Thursday, April 27, 2006

Alış-Veriş

1. gün

Uzun, karmaşık bir liste tutuşturdular eline, alışveriş listesi. Alınacak bir sürü şey, gerekli, gereksiz, tüketilmeye şimdiden hazır. Ne zaman alışverişe çıkacak olsa aklından alacaklarının biteceği, modasının geçeceği, çürüyeceği ya da bir gün ya yok olacakları ya da artık kullanılmaz olacakları fikri geçer. Sonra herşey anlamsız gelir, bu anlamsızlık her hücresine yayılanbir üşengeçliğe dönüşür sonra, kolunu kıpırdatacak hali kalmaz, ama olması gereken, gerektiği bilinen, onaylanan şimdi kalkıp yola koyulması, listedekileri eksiksiz almasıdır. Alış-Veriş, bir alma ve verme eylemi, önce bir “şey” alma daha sonra bir “şey” verme. Ya da tam tersi. Ve bu iki şeyin çoğunlukla birbirine denk olması, ya da denk olduğunun iki eylemi de gerçekleştirme adına o anlık kabul edilmesi, razı olunması da diyelim. Yoksa alınan “şey” verilen “şey” den daha değerli olabilir, verdiğimiz şey onu haketmeyebilir. Ya da daha çoğunu verebiliriz. Biz şimdilik denk olduklarını düşünüp onu alışverişe gönderelim. Ama almak için vermesi gerekenleri de cebine koymayı unutmayalım, kontrol edelim, sağlamasını yapalım.

Alışveriş listesi:

27 Nisan 2006-23:27
Alınacaklar: Zaman
Verilecekler: Uyku, Sırt ağrısı, Göz yanması

Tuesday, April 18, 2006

Gitmek

GİTMEK...Bugünlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara... Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey...Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Her şeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor. Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor. Böyle gidiyor işte. Bir yanımız ''kalk gidelim'',öbür yanımız "otur'' diyor. "Otur" diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... En kötüsü alışkanlık. Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. Kalıyoruz.Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.Evlenmeler...Bir çocuk daha doğurmalar... Borçlara girmeler... İşi büyütmeler...Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.Misal, ben... Kapiıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirden gitmek,iki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki... Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında. Herkes onu, o herkesi seviyor. Hangi birimizle gitsin? ''Sırtında yumurta küfesi olmak'' diye bir deyim vardır; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatımız küfeler. Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım. İnadına kök salmak lazım. Bari ufak kaçıslar yapabilsek. Var tabii yapanlar. Ama az. Sadece kaymak tabakası. Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa. Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek. Ne mümkün. Sabah 09.00, aksam 18.00. Sonra başka mecburiyetler. Sıkışıp kaldık. Sırf yeme, içme, barınmanin bedeli bu kadar ağır olmamalı. Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığı bir ömür yani. Ne saçma. Bahar midir bizi bu hale getiren? Galiba. Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim. Gittiğim olmadı hiç. Ama olsun...İstemek de güzel

Can Yücel