Sunday, August 30, 2009

Iste gercek muzik


Bu yaziyi gecenin bir vakti buyulenmis ruhum esliginde yaziyorum sayin okuyucu. Bu gece aldigim bir kac plagi bir arkadasin evinde dinleyince, Yener sayesinde kapildigim plak dunyasindan kolay kolay kopamayacagimi anlamis bulundum. Henuz bir pikabim olmadigi halde, buradaki eskicileri ve sahaflari dolanip hemen uc tane plak seciverdim. Biri 1965 basimi Walt Disney'in cikardigi Peter Pan cizgi filminin muzikleri. Bir digeri 1950 lerin blues sanatcilarina ait karma bir album...digeri ise 50'lerdeki partilerde calinan piyano nagmeleri. Plaklari dinlerken bu aksam, dinledigimiz cd lerin ya da en sikistirilmis haliyle mp3 lerin seslerinin ruhsuz, cansiz ve temiz havalarindan siyrilip, ruhu oksayan gercek muzikle tanisiverdim. Daha once hicbir muzik pikaptan cikan sesler kadar canli gelmemisti bana...simdiye kadar dinlediklerim bir yansima ve gurultuymus meger. Simdi sagda solda pikap ariyorum, ingilizcesiyle turntable ya da record player. Simdilik bu amator heyecanimi biraz sakinlestirmek icin Yener'in benimle paylastigi bilgileri plak heveslileriyle paylasayim dedim.

---pikap alirken ozellikle ignelerinin iyi durumda olmasina dikkat etmek gerekiyor.
---pikabin markasi, eski ise ne kadar kullanildigini bilmekte fayda var.
---Shure marka piyasadaki en iyi pikap ignesi.
---gramafonun guzel bir goruntusu ve nostaljik degeri var ama aranan ses kalitesi ise, pikap almakta fayda var.
--- gramafonla sadece tas plak dinlenebiliniyor (78 lik plaklar yani). en eski ses kayit medyasi. ama plaklar genelde 33 ve 45 lik olarak mevcut artik.
---pikaplarin fiyatlari kalitelerine gore biraz tuzlu olabiliyor. Kendinden amfili hoparlörlü olanlari gibi. Canta şeklinde olanlar var taşınabilir (nispeten ucuz)ama ses cikislari cok yuksek olmuyor. en iyisi pikap amfi ve hoparlör almak.
---plaklara ses analog olarak kaydediliyor. yani her sey mekanik. Studyoda ses titreşimlerinin vinyl (pvc gibi birsey) üzerinde izler oluşturması ile master record hazirlaniyor. sonra kalibi yapilip ve seri uretimle uretiliyor.
---32, 45, 78 devir süreleri. pikapa koyup dinlerken lp nin dakikada kac kez dondugunu ifade ediyor. 78 lik tas plaklar en eski teknoloji, cok tercih edilmiyor artik. (ebat olarak 33 lukler en buyuk, 45 likler ufak taş plaklarda ufak 45 likler gibi) 33 lukler long playler 45 likler de single'lar icin kullaniliyor. Rakam buyudukce ses kalitesi de artiyor. Bir 45 likte plak in her 2 yuzunde 1 er parca oluyo genelde. 4-5 dakikalik parca sigabiliyor. orjinale en yakin konser de canli dinler gibi neredeyse. 33 lukler normal bir album gibi her bir yuzunde 15-20 ser dakikalik sarki oluyor.
---analog kaydin dijitalden farki kaydedileni oldugu gibi dinliyoruz ama dijitalde, muzik sikistirilan (analogda ses oldugu gibi kaydediliyor sikistirma yok) datalara lazerin carpmasi daha sonra bunun yansimasinin sese donusturulmesi ile meydana geliyor. yani asil kaydin yansimasini dinliyoruz. mp3 artik iyice torpulenmis hali zaten. sadece duyulabilen kaliyor mp3 te.

Simdilik benim ogrendiklerim bundan ibaret. Ben henuz bulastigim bu maceranin devamini bir pikap bulur bulmaz sizinle paylasacagim.

Thursday, August 20, 2009

Peter Frampton Konseri-Des Moines, Iowa

Iowa'ya Peter Frampton gelmis, hic kacirir miyiz. Uc rock tutkunu olarak Kajal ben ve Raciv dustuk konser yollarina. Zamaninda Humble Pie ve Herd gruplarinda calmis usta gitarist Peter Framton toplamis takimi gelmis konsere. Cikardigi Grampton Comes Alive albumu dunya capinda 6 milyon satinca Peter amcamiz unune un katmis. Konsere de elbette once son albumu Fingerprints'ten birkac parcayla pasladi Frampton. Bu album 2007 yilinda en iyi enstrumental pop albumu odulunu aliyor. Sonra yavas yavas eskilere yol aldik uzun gitar sololariyla, harika "Do you feel like I do" performansiyla, Baby I love your way ve show me the way sololariyla. Peter amcamizin guzel uzun saclarina aklar dusmus, hafif de kellesmis, lakin performansi iyice olgunlasmis, ozellikle mikrofona taktigi bir hortumu ufleyerek cikardigi sesler zaten rocktan cosmus bunyeleri iyice ucuruverdi guzel bir Iowa aksaminda. Ben Istanbul'a Leonard Cohen gelince bunyeye yaydigim kiskancligi bu konserle hafif de olsa yatistirabildim. Konserin en guzel ani ise sahne kenarina koyulan iki buyuk ekranda kendi ismimi gormem oldu. Raciv in gonderdigi mesajla koca konsere soyle bir yazi gosterildi 15 saniye boyunca. "Evrim Rocks!!!":)

Caster Semenya


Bazen insanin tepesinin tenceresinin atmasi icin bir haber okumasi yeterli oluyor. Bugun gulerin benle paylastigi haber guney afrikali atlet Caster Semenya ile ilgiliydi.Semenya 2008 CommonWealth gencler sampiyonasinda 800 metrede altin madalyayi alan "kadin atlet". 2009 dunya sampiyonasinda ise yine 800 metreyi bu kez dunya rekoru kirarak kosuyor tam 1:55.45 saniyede. Buraya kadar hersey normal ve ne olduysa dunya medyasi birden Semenya'nin erkeksi ozellikler tasiyan yuzune ve vucuduna odaklanip kendisinin kadin olmadigiyla ilgili dedikodular cikariyor. Bunun uzerine IAAF (Uluslararasi Atletik Fedarasyonu) kendisinden cinsiyet testi istiyor. Limpopo'daki kucuk bir koyden gelen Semenya simdi dunyanin butun dikkatini uzerine cekmis kosmaya devam ediyor, annesi, anneannesi ve guney afrika cumhuriyeti kendisinin kadin oldugunu, tum bu dedikodularin sacmaliktan ibaret oldugunu haykirmakta ve IAAF'in haksiz ve yanlis politikasini elestirmekteler su siralar. Haberle ilgili ayrintilari okudukca Semenya'nin nasil bir ruh hali icerisinde oldugunu tahmin etmeye calistim, beceremedim. Daha da onemlisi tum dunya uzerine gelirken boylesine, bacak arasinda kendini bildi bileli bir kadin organi tasidigini kanitlamaya zorlanmasi ne kadar sinir bozucu. Sporun geldigi bu aci nokta uzun yillardir yurutulen pazarlama calismalari, dopingler, ilaclar, daha hizli kosmak ve yuzmek icin uretilen ozel giysiler, bu korkunc kazanma hirsi sonunda bir atletin kadinligini ispatlamak zorunda kaldigi noktaya kadar geldi. Benim tanidigim turkiyenin yetistirdigi gelmis gecmis en iyi uzun mesafe kosucusu ve en hirssiz atleti Guler Arsal bu konuda ne diyecek acep? bir danismak lazim.

Haberle ilgili ayrintilari buradan ve suradan okuyabilirsiniz.

Wednesday, August 19, 2009

Bilim ve Twitter

Zamanin unlu bilimadamlari twitter kullansalardi neler olurdu? Iste bir PhD comics saheseri:

Sunday, August 16, 2009

Dream City Film Club-If I Die I die

"Agzini ac ve dunyayi yut" diyor Porno Paradiso sarkisinda Dream City Film club. Elbette yine Yener sayesinde kesfettigim artik varolmayan bir grup. Ben zaten kendimi Portishead'den Jeff Buckley'e sallandirirken, bu grup melankolinin ustune tuz biber ekti, bunyeyi karalara bagladi iyice. Biraz karamsar bir sarki olmakla birlikte "If I die I die" da ayri bir guzeldir. Ben asagidaki gibi cevirdim nakaratini, siz de videosunu buyrun izleyin efendim.

Beni tuzla buz edebilirler
Beni ikiye bolebilirler
Sevgili, umrumda degil
Seninle oldugum surece
Korkmuyorum, hayir
Sansimi denemekten
Olursem, olurum iste

Thursday, August 13, 2009

Orhan Pamuk

Insan kendine dair yargilarda bulunurken, cevresindekilerin kendisini nasil algiladigini onemsemeyebilir. Ben kendimin inatci olmadigini dusunurken, cevremdekiler oyle oldugumu soylerlerdi. Kucukken neden babamin bana surekli koprude karsilasmis iki inatci keci masalini anlattigini simdi daha iyi anliyorum. Masalin ve beraberinde sarki ile bir kopru ve koprunun ustundeki inatci evrim'i duslerimde hep farkli bicimlerde canlandirmisimdir. Simdi ne zaman "inatci"ligi ve evrimi dusunsem bu resim aklima gelir. Yillardir Turk edebiyatina sirtimi donup onceleri rus edebiyati, sonra biraz ingiliz ve ispanyol, son yillarda da amerikan edebiyatiyla hasir nesir olmam bu anlamsiz inatciligin bir sonucudur. Orhan Pamuk kitaplarina karsi olan direncim ve okumamak icin inat etmis olmam bu yillarin onemli bir kaybidir. Son zamanlarda kendimi Pamuk kitaplarina kaptirdikca, baska ulkelerin edebi eserlerini okurken hissettigim yabancilik ve oteki olma durumu kayboluyor. Tam aksine kendisinin yazilarinin alt metnine yayilmus dogu-bati catismasi kendi yasamimdaki ve eylemlerindeki karmasikligi ciplak bir bicimde ortaya koyuyor. Orhan Pamuk okudukca kendi kisisel tarihim ile birlikte, icinde pistigim kulturun de kaosunu daha iyi anliyorum. Bugunlerde elimden dusurmedigim Kar romanina Michael Mcgaha tarafindan kaleme alinmis "Autobiographies of Orhan Pamuk" kitabi eslik ediyor. Kitapta Orhan Pamuk'un yasamina, kitaplarina ve icinde bulundugu politik gundeme Amerikali bir profesor isik tutuyor. Kendisi ayni zamanda Pomona College'da Orhan Pamuk uzerine dersler veriyor. Pamuk'un yasamina farkli bir acidan bakan bu kitabi okumanizi tavsiye ederim.

Onceleri Pamuk'un kitaplarinin tum dunyada bu kadar ilgi gormesini anlayamazken, kitaplarini paylastigim birkac yabanci arkadasimin kendisini nasil buyulenerek okuduklarina sahit oldum. Ben de onumdeki birkac ayi Pamuk kitaplarina ayirdim. Doktora tezi yazanlara boylesi bir edebiyat kacisi tavsiye edilir. Keyifli okumalar...

Monday, August 10, 2009

Fire in the Ocean: The Women of Andros Island

Gecenlerde sevgili arkadasim Daniel ile Florida'da karsilastigimizda, daha once cektigi belgesel uzerine uzun uzun konustuk. Daniel uzun sure video produksiyon ve belgesel cekimiyle ugrasmis, bizim alana yeni bulasmis cok yetenekli bir video ustadi. ArtReach studio'larinda calisirken Bahamalardaki Andros adalarina gidip 6 ay boyunca oradaki kadinlarin yasamlarini gozlemleyip, bunu kucuk bir belgesele donusturmus. Ben de sizinle Andros adasinda yasayan dort farkli nesilden kadinin yasamini anlatan bu ilginc etnografik filmi paylasayim dedim. Keyifli seyirler.



Monday, August 03, 2009

Embroideries


Florida’da gecirdigim iki hafta boyunca Elif Safak’tan Pinhan’i ve bir kez daha Baba ve Pic’i ama bu kez ingilizce cevirisiyle Bastards of Istanbul’u okuduktan sonra edebiyat atesiyle yine yanip tutusmaya basladim. Yazin en guzel yani insana buyuk bir keyifle kitap okutmasi. Havalarin sicakligindan olsa gerek, yaz mahmurlugu bir tek kitap okurken suclu hissettirmiyor insani. Bu motivasyonla bugun Borders’in yolunu tutup iki guzel kitap aldim kendime ve birini hup diye bitiriverdim bile. Daha once Persapolis’i izlemis ve Marjane Satrapi’nin etkileyici mizah dilinden ve cizgi roman biciminden cok etkilenmistim. Bu kez ayni hikayenin bir alt oykusunu anlatan Embroideries kitabini alip bir solukta okudum.

Marjana Satrapi Rast, Iran dogumlu simdilerde Paris’te yasayan bir kadin yazar. Yazdigi cocuk kitaplarinin yanisira, The New York Times, The New Yorker gibi dergilerde yayinladigi karikaturlerle de taniniyor. Kendisini asil une kavusturan ise Iran’da sah sonrasi donemde yasayan, sonralari Avrupa’lara gelen bir genc kizin yasamini ve dolayisiyla o gunlerin sosyal ve politik durumunu da anlattigi Persepolis serisi.

Gelelim mevzubahis kitabimiz Embroideries'e. Turkce'ye nakis, el isi olarak cevrilebilir sanirim. Kitapta kahramanimiz Marjane buyukannesi, annesi, teyzesi ve diger hatun kisilerle bir aksamustu cayinda bir araya gelir. Dogal olarak konu sex'ten aska ziplar, erkeklerden bahsedilir sikca. Kadinlar sirlarini, gizlerini, pismanliklarini oykuleriyle paylastikca biz kendimize dair pekcok sey buluruz kitapta. Bu kitapta kadinlarin sesi mizahi oykulerle canlanmakta bir bicimde bizi de cay sohbetine dahil etmekte. Tavsiye edilir efem...

Simdi bir gece yarisi Orhan Pamuk'un Kar (Snow) kitabini aldim elime, bakalim ingilizce nasil ilerleyecek. Duruma gore kendisinin Istanbul kitabini da kutuphaneye dahil edecegim. Simdilik keyifli okumalar efem...