Monday, December 26, 2005
Çok Üşümek
Çok Üşümek
Bir Kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın
Bir Kalır yanık yağlar yataklarda o oteller
Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer
O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler
Bir Kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
Bir Kalır Yılgın Adamların hep "Evet" dedikleri
Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız
Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün
Turgut Uyar
Friday, December 23, 2005
Feromon

Feromon özetle aynı türden canlıların birbirlerine mesaj iletirken kullandıkları bir kimyasaldır. Uyarı, tad alma, sex feromonları gibi birsürü de çeşidi vardır. Böceklerde kimyasal tarım ilacı yapmakta kullanılır, kendileri bitkilerin üzerine yumurtalarını bırakmasın diye. Memelilerde ve sürüngenlede ise feromonlar vomeronasal organda, yani ağız ve burun bölgesinin arasında bulunan yerde saptanmışlar.
Feromonlar iletişimde kullanılan kokudur basitçe. Örneğin dişi güve erkeğini kilometrelerce uzaktan salgıladığı feromon ile ayartırmış. Kraliçe arılar ise kovandaki arıların çalışmalarını ve üremelerini düzenlemek için feromona başvururmuş.
Gelelim işin can alıcı noktasına, insanlarda bu feromon nasıl işler? Okuyanlar bilirler –Tom Robbins’in Parfümün Dansı adlı güzide eserini. Star Wars da da dişi orionlar vardır ki erkeklerin reddemeyeceği kokular salgılarlar. Feromondan Roald Dahl da Kancık adlı kitabında bahseder, yani feromonun bulunduğu bir parfüm üretme tasarılarından ki erkek ve dişi karşı koyamasın.
İnsanlarda feromonlar salgı bezlerinde üretilirler. Bu bezler ergenlik çağına gelindiğinde aktif olurlar. Bu da çoğu insanın ilk o yaşlarda karşı cinsi neden cekici buldugunu açıklar. Feromonlar ayrıca insanlarda “kimya” uyuşmasına da yardımcı olur, birini ilk gördüğünğz anda tiksindiğiniz ya da kanınızın ısındığı anları bir düşünün. Hepsinin sorumlusu feromondur sevgili feromon tutsakları.
Sırası gelmişken bir feromon çeşidi olan androstenone dan bahsedelim. Androstenone memelilerde bulunan ilk feromonmuş. İlk olarak yüksek oranda erkek domuzun tükrüğünde bulunmuş, çiftleşmek isteyen dişi domuz tarafından koklandığında, dişi domuz erkeğin de çiftleşmek istediğini anlarmış sayesinde. İnsanlarda ise androstenone, sexe davet feromonu olarak bilinirmiş.
Şimdi parfümcüler bu feromonun peşine düşmüşler, sentetik olanlarını da üretmeye çalışmaktalarmış. Feromona ait bir sürü dedikodu dolaşmakta ortalıkta, ben ileteyim, siz inanıp inanmamaya kendiniz karar verin. Feromon yumurtlama doneminde kadınlarda salgılanırmış ki erkekleri cezbetmeleri de en cok bu doneme rastlarmış. İnsanda terde bol miktarda bulunurmuş. Aman ha terliyorum, kirleniyorum, feromonum artıyor, yavrular peşime düşecek diye heyecanlanmayın, güzel kokmakla pis kokmak arasındaki ince sınırı pek aşmayın.
Ben susayım artık feromonlarınız konuşsun, hepinize bol fermonlu günler diliyorum.
Sunday, December 11, 2005
Kafes Kuşları
"Bütün mutsuz kadınların arkasında hep aynı korku var: Yalnızlık ve kendilerini gereksiz görmeleri. Toplumumuzun hatası şu oldu: Kadınları özgürleştirdi, fakat onlara özgürlüğün teçhizatlarını vermeyi reddetti. Bizimle eşitler, ama onlara sunulan bizim eşitliğimiz, eşitliğin-sosyallik ve kariyer bakımından-erkek tanımı. Bundan karlı çıkanlar eril tipler sadece. Erkekleri taklit edebilenler. Bütün gerçek kadınlara ise şu oldu: Kafes kuşları gibi kendilerini koruyamayacakları bir dünyaya salıverildiler." (Express)
Büyük Ayı ve Küçük Ayı'nın Dramı
Açık bir havada yukarı doğru bakınız, gökyüzüne. 7 yıldızın birleşip bir cezve görüntüsü aldığını göreceksiniz. Tanıştırayım, karşınızda büyük ayı takım yıldızı. Kendileriyle çok küçükken tanışmıştım, durmadan babama “baba hangisi küçük ayı, hangisi büyük ayı?” diye sorardım. Sevgili babam da üşenmeden her seferinde gösterirdi. Artık kendi kendime bulabiliyorum neyse ki. Peki, hiç düşündünüz mü neden büyük ayı ve küçük ayı, ne ilgisi var? Ben lüzumlu işler müdürü olarak bu pek önemli konuyu araştırdım, buyrun siz de hayatınıza renk katın.
Efendim, büyük ayı yani “Ursa Major” ve yakınındaki “Ursa Minor” ın geçmişi çok çok eski çağlara, tanrıların ortalıkta kol gezdiği, zevk ü sefa içinde yaşadığı zamanlara kadar uzanır. İsmini Callisto efsanesinden almıştır. Yunan mitolojisinde Callisto, Lycaon ve kral Arcadia’nın kızıdır ve muhtemelen bir “nymph” dir. Adı Yunancada “en güzel” demek olan “kalliste”den evrilmiştir. Bu en güzel Callisto kızımız Artemis’in izinden giderek bekaret yemini etmiştir. Nedendir bilinmez... Ama ulular ulusu en çapkın Zeus bu bakire kızımıza aşık olmuştur. Bir de utanmadan Apollo kılığında kızımızın karşısına çıkmıştır. Çünkü Apollo güçlü kuvvetli yağız bir delikanlı tanrımızdır. Bu duruma çok sinirlenen kıskanç tanrıça, Zeus'un zevcesi Hera ise intikam almak için güzelim Callisto’muzu bir ayıya çevirir. Pembe dizi kıvamında gelişen öykümüzde elbette ortada Callisto ve Zeus’un zamanında yaptığı bir çocuk da olacaktır. Adı da Arcas’tır bu zavallı yavrunun. Zaten o zamanlar Zeus'tan olma birsürü yarı tanrı çocuk ortalıkta dolanmaktadır. Zeus da "ben tanrıyım heheyt" diyerekten cümle alemin en güzel kadınlarının peşindedir doğal olarak.
Bir gün Arcas ve babası Zeus ava çıkarlar ormana ve neredeyse ayıya çevrilmiş olan Callisto’yu öldürecek olurlar. Ama Zeus son anda yetişir, Arcas yavrumuzu, ve artık muhtemelen bakire olmayan ama ayı olan Callisto teyzemizi gökyüzüne, birini Ursa Major-Büyük Ayı, birini de Ursa Minor-Küçük Ayı olmak üzere yerleştirir. Ben, meğer çocukluğumdan beri gökyüzüne bakarak bir dram izliyormuşum da farkında değilmişim. Gözlerim doldu. Siz de yıldız deyip geçmeyin, ne acılar yaşanmış, ne yuvalar yıkılmış efendim zamanında. Bir sonraki bölümde “ikizler” burcunun yıldızlarının öyküsünü anlatacağım, peşimden ayrılmayın.
Güzel günler.

Saturday, December 10, 2005
John Fowles anısına

Son zamanlarda ya sevdiğim bir müzisyenin ya da yazarın ölüm haberlerini aldım. Jeff buckley’i keşfettiğimde öldüğünü öğrendim. O an dinlediğim sesin sahibi çoktan göçmüştü bu dünyadan, hala yaşıyor gibiydi, duyuyordum, ama yoktu, yokluğa göç etmişti. 8 Aralık John lennon’un ölüm yıldönümüydü. Pek çok kitabını okuduğum John Fowles 14 kasım 2005’te 79 yaşında öldüğünde artık yazamayacaktı. Bu yazıyı Fowles’in anısına yazıyorum. Büyücü, Fransız Teğmenin Kadını, Koleksiyoncu ve Aristo’nun yazarı. Fowles okurken kimi zaman mistik bir yolculuğa çıktım, öykününün geçtiği yerin kokusu ve ritmi ile tüm o düşsel olayların içinde yaşadım. Gerçek ve düş arasında gidip geldim, Fowles’in oyunlarına teslim oldum. Fowles şüphesiz İngiliz edebiyatının en güçlü kalemlerinden. Fowles’in kaleminin gücü salt anlattığı öykülerin sürükleyiciliğinden kaynaklanmaz elbette. Öykülerden yaşamınıza pek çok gönderme yapılır aslında, okurken yaşadıklarınızı, düşüncelerinizi, haleti i ruhiyenizi yeniden gözden geçirirsiniz, Fowles romanlarında göze batan bir diğer özellik yazarın kullandığı “free will” (özgür irade) yöntemidir-Yazar öyküye belli noktalarda müdahale eder, karakterlerin hareketleri ve güdüleri hakkında yorum yapar ve aslında işlerin başka türlü nasıl gelişebileceğini anlatır.
“Fowles her şeyi bilen tanrı-yazar rolünü reddeder; bu tavrı, romanlarına okuru tatmin edecek sonuçlar yazmayı reddetmeyi de içerdiği için bazı okurlarını kızdırmıştır. Oysa, Fowles yarattığı karakterlere kendi sınırları içinde seçme ve davranma özgürlüğü tanımanın yazar sorumluluğunun gereği olduğuna inanır. Bu uygulama Fowles’ın iradesini ve bağımsız düşüncelerini kullanarak topluma uyum göstermeye direnen ve böylece şansın hayatı üzerindeki etkisini sınırlayan “sahici” insan anlayışına koşuttur.” (Koleksiyoncu önsözünden)
Fowles romanlarında bir tanrı değil büyücüdür, büyü yaptığını bile bile ona teslim olursunuz, oyun kurgusunun içine girer, onun hatırlatmalarıyla dışarı çıkarsınız kimi zaman. Gerçek, kurmaca, gizem, gerilim, erotizm...
“Onların dışındaki kimsenin asla haberi olmadı”
John Fowles
Thursday, December 08, 2005
Peter Kuper

Bugün Peter Kuper'la tanıştım. "Göz Adam" adlı illustrasyonunu bir dergide gördükten sonra araştırdım kendilerini. Diğer örneklerini görünce büyülendim. Peter Kuper Amerikalı bir çizgi roman dehası. İllustrasyonlarında kara mizah yapar, demek istediğini kendine özgü tarzıyla çok net anlatır, çoğu zaman uzun uzun düşündürür. Ben kadın-erkek ilişkileri konulu çizimlerine bayıldım. Buyrun birkaç örnek. Peter Kuper'ı ve eserlerini http://www.peterkuper.com/ adresinde ziyaret edebilirsiniz.


Friday, December 02, 2005
Süpermen: Dırdır etme kadın!!!

Mızmız: Her şeyde kusur bulan, hiçbir şeyden memnun olmayan, huysuz, yaygaracı, müşkülpesent, kılı kırk yaran.
Dırdır: Bezginlik verecek biçimde söylenen söz, şikayet, halinden şikayet etme, homurdanma, ciyaklamak, yakınmak, vızıldamak, sızlanmak
Göründüğü üzre dırdırda daha çok bir vızıldama bir sızlanma ön plana çıkarken mızmızlıkta memnuniyetsizlik kendini daha çok belli eder. Yani dırdırda bezginlik verecek şekilde vızıldama, söylenme ön plandadır. Aslında bu iki sözcük birbirinin yerine kullanılagelmiştir çoğu kez. Ama bir ortak noktaları vardır ki din, dil, ırk ayrımı gözetmez. Bu iki sözcük de kadınlarla ilişkilendirilmiştir sayın seyirciler. “Dırdır etme kadın!!!” örneğinde olduğu gibi. Peki neden? Buyrun aşağıdaki yazıyla beraber inceleyelim.
----
Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi 13. Psikiyatri Kliniği Şefi ve Başhekim Vekili Doç. Dr. Kemal Sayar, ''dırdırın fark ve takdir edilmek isteyen, günlük ev işleri içinde kaybolmuş, kendisini önemli hissetmeye ihtiyacı olan bir kadının yardım çağrısı olduğunu'' bildirdi.
Sayar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kadınların genellikle dırdır ettiklerini reddettiklerini ifade ederek, ''Çünkü şikayet ettikleri şeylerin gerçeğe dayandığını düşünürler ve bir yandan da erkeğe kimin patron olduğunu hissettirmek isterler'' dedi.
Kadınların bunu yaparken ''sen'' ile başlayan suçlayıcı, üstü kapalı, şifreli cümleler kurduklarını vurgulayan Sayar, şöyle konuştu: ''Bunun karşısında aynı anda tek bir işle uğraşmaya programlı olan, şifreleri çözemeyen ve saldırıya uğradığını düşünen erkek ise uzaktan kumandaya sarılmak, gazetelere boğulmak gibi defans mekanizmaları geliştirir ve kadın giderek daha da yalnızlaşır. İnsan doğasındaki en temel ihtiyaçlardan birisi, kişinin kendisini önemli hissetmesidir. Dırdır, fark ve takdir edilmek isteyen, günlük ev işleri içinde kaybolmuş, kendisini önemli hissetmeye ihtiyacı olan bir kadının yardım çağrısı da olabilir. Kariyer sahibi, iş yerinde başarılı, hedefleri olan ve tatminkar kadınlar daha az dırdır yapar, çünkü bunun için zaman ve enerjileri yoktur.'' Dırdırın aslında bir iletişim sorunu olduğunu belirten Sayar, erkeklerin beyninin daha basit çalıştığını ve satır aralarını okuyamadıklarını söyledi. Sayar, ''Erkeklerle daha net ve öz olmak gerekmektedir. 'Sen' ile başlayan, erkeğin savunma mekanizmalarını harekete geçiren cümleler kurmak yerine, kendisinin nasıl hissettiğini anlatan, dürüst ve net cümleler daha etkili olmakla beraber empati de uyandıracaktır'' dedi.
''SÜPERMEN GİBİ KARAKTERLERE ÖZENİYORLAR''
Kadınların ayrıntılara daha fazla önem verdiğini ve asla unutmadığını kaydeden Sayar, ''Büyük işler yaptıklarında daha fazla puan aldıklarını düşünürler. Fakat kadınlar için verilen hediyelerin büyüklüğü değil sıklığı, duygusal ve kişisel oluşu önemlidir. Her şeyi kendisi dahi farkında bile olmadan bir köşeye not eder. Biriktirir biriktirir, patlama noktasına geldiğinde ise erkek nerede ne hata yaptığını dahi anlayamaz ve anlaşmazlıklar başlar'' diye konuştu. Erkeklerin çocukluktan itibaren özendikleri karakterlerin problemler karşısında ağlayan değil, çözüm üreten Süpermen, Batman, Zorro, Tarzan veya Örümcek Adam gibileri olduğunu ifade eden Sayar, ''Erişkin birer birey olduklarında da aynı şekilde çözüm üretmeye odaklanmışlardır, aksi takdirde kendilerini başarısız, gereksiz, hatalı olarak nitelendirmektedirler. Yani bir kadın tarafından kendilerine akıl verilmesi, aşağılamakla aynı anlama gelmektedir. 'Üzgünüm' kelimesini sarf etmek veya hatalı olduğunu kabul etmek onun için çok zordur'' ifadesini kullandı.
http://www.milliyet.com.tr/2005/02/18/son/sonyas12.html
Thursday, December 01, 2005
Sarcasm

Sözcüğün kökeni Latincede “sarcasmus” tan gelir. Sarcasmus daha sonra sarkazein ve sarkasmos olarak evrilmiş. Sarkazein öfkeyle dudakları ısırmak, kökü sark-sarx “bir insanın etinden bir parça kesmek” demekmiş.
Sarcasm nükte ve alayın düşük bir formuymuş aslında. 1983’te yayınlanan Leonard Rossiter’in “The Lowest Form of Wit” eserinde “sarcasm”ın tarihçesi, kuralları ve örnekleri yer almış.
Sarcasm içinde alaycılık barındırır, bir durumu ya da bir şeyi ince alaya almaktır. Sarcasm ve ironi sıkça birbirinin sinonimi olan kullanılan sözcüklerdir. Oysa pek de öyle değilmişler aslında. İronide sözcük anlamı ve verilmek istenen anlam farklı olarak dile getirilmekte oysa sarcasm alaycı bir ifadeye niyet etmektedir. Bu durumda sarcastic olmadan ironik olmak, yine ironik olmadan sarcastic olmak mümkündür.
Sarcasm elektronik ortamlarda yapılırsa yanlış anlamalara çok uygunmuş sayın izleyiciler. Çünkü sarcasm doğasında ses tonunundaki iniş çıkışlarının kendisine verdiği anlamları içerir. Yani sarcastic olurken konuşmamız, ses tonumuz ve mimiklerimiz de işin içine girer. Özellikle internet iletişiminizde sarcastic olmak istiyorsanız sözcüklerde italik, koyu ya da altı çizili özellikleri kullanmanız tavsiye ediliyor. Örneğin –Dehşet güzel olmuş. İngiltere’de televizyon kanallarında İngilizce alt yazı seçeneğinin mevcut olduğunu görünce çok şaşırmıştım. Duyma sorunu olanlar için bu özellik neredeyse bütün programlarda vardı, canlı yayınlarda bile, biraz geç de olsa altyazılar çıkıyordu. Ben de dilimi geliştirme hevesinde olduğum için takip ederdim altyazıları, ki kimi zaman bazı cümlelerin sonunda parantez içinde ünlem işareti olurdu (!), bu da o cümlede ironi ya da sarcasm yapıldığında konulurmuş.

Sarcasm salt konuşmayla değil vücut hareketleriyle de ifade edilir. Örneğin bir maçta David Beckam hakemin aldığı bir karardan sonra kendisini sarcastic sarcastic alkışlamış utanmadan, sonra da bu ayıp hareketinden dolayı kırmızı kart görmüş. Bakınız: http://news.bbc.co.uk/1/hi/magazine/4384734.stm
Sarcasm konusunda uzman olup milletin kolunu bacağını kesmek istiyorsanız “Sarcasm Society” nin verdiği “How to be sarcastic” derslerini almanızı öneririm. Derslere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://www.sarcasmsociety.com/howtobesarcastic/
Son olarak sarcasm dozunda kullanıldığında keyiflidir diyebilirim. Birinin size "Bravo, ne kadar da zekisin" dediğinde aksini kastetmesini istemezsiniz değil mi? Tomkins'in de belirttiği gibi sarcasm acı biber gibidir. Dozunda attığınızda tad katar, kendini belli eder, ama çok da acı çektirmez. Ama dozunu kaçırdığınızda kırıp döker ortalığı, acıtır, tadı ne içseniz ne yeseniz geçmez. Soda da fayda etmez yoğurt da. Rica ediyorum dark sarcasmdan kaçınalım ve ünlemleri doğru yerlere koyalım. (!)