Wednesday, December 24, 2008

Forró ve Brezilya nagmeleri

Bir suredir Manu sayesinde hayatimda Brezilya ruzgarlari esmekte. Bir yandan hindistan cevizi aromali karides yerken gece gunduz kahve icmekte, arada iki tek Cachaça atmaktayiz. Ve elbette muzige dayaniksiz bunyem, Manu'nun tanistirdigi birbirinden guzel CD'lerle gonul tellerimi titretmekte. Son gunlerde surekli dinledigimiz ve dansettigimiz Forro'dur sayin okuyucu bu yazinin konusu.

Forró Brezilya'nin kuzey dogusundan populer olan dans turu. Dans esliginde dinlenilen muziklere de forro deniliyor. Genellikle akordeon, zabumba ve metal ucgen ile calinarak icra edilen muzik turu kuzeyden guneye indikce bicim degistiriyor. Forro'nun babasi Luiz Gonzaga'nin bu muzigin gelisimi ve yayiliminda etkisi buyuk. Forro sarki sozleri genellikle ask, kiskanclik ve eski sevgiliyi hatirlama, yad etme temalari uzerine yaziliyor. Kimi zaman da kuzeyden guneye is bulmak icin gocmek zorunda kalanlarin ev ozlemini de yansitiyor.

Forro denince akla Luiz Gonzaga geliyor once. Brezilyalilarin tabiriyle Forro'nun krali. Forro'nun farkli hizlarda uc cesit ritmi bulunuyor. Xotem, yavas hizli; baiao, orijinal forro ritimi ve arrasta-pe ucunun en hizlisi. Forro aslinda bir esli dans turu, adimlar salsaya benzese de onun kadar kivrak degil dans figurleri. Manu'nun da dedigi gibi bacaklarin alt kisimlari yani, patetesler, cok agir olacakmis dans ederken.

Beni Forro'da buyuleyen cok sevdigim akerdeon nagmelerinin olmasi. Bir de garip bicimde eglenceli ritmine ragmen huzunlu olmasi. Meshur Asa Branca adli parcada oldugu gibi:

Eve donecegim, yagmur damlalari dustugunde corak kuzeydogu topraklarina
dondugumu bileceksiniz, yalnizca yagmur yagdiginda gorunen Asa Branca kuslari ottugunde...

Iste huzurlarinizda Forro'nun krali Luiz Gonzaga ve "Asa Branca"

Monday, December 22, 2008

Mysteries

Evet, uzun zamandir Brit Rock golgesindeyim, beyin uyusuklugu icinde bir saga bir sola savruluyorum. Yillar once Portishead ile bir Ankara yazinda garip bir yolculuga ciktigimi animsiyorum. Kucuk bir kasetcalar ve Strangers albumu ile butun bir yazi gecirmistim eski ve kirik dokuk bir evde. Garip bir bicimde sarip sarmalayan, usuten ama hep bagimlilik yapan bir albumdur Strangers. Simdilerde ise bir suredir rafa kaldirdigim bir baska album yeniden karsima cikti. Portishead'in solisti Beth Gibbons ve Talk Talk grubunun bascisi Rustin Man'in albumu Out of Seasons. Albumu dinlerken etrafta tavsanlarin zipladigi, kuslarin ottugu sari bahar cicekleri ile orulmus bir tarlada ziplayarak saga sola agir cekimde kostugumu hayal ederim. Ya da uyumadan once albumu loop'a aldigim bir gece boyunca boyle bir dusun kahramani oldugumu animsiyorum. Albumun en dussel parcasi ise Mysteries efendim, buyrun, guzel dusler...

Sunday, December 21, 2008

Filler ve cimen


Bir suredir ulkemin gundemini isgal eden ergenekon davasi hakkinda bir iki kelam edeyim dedim. Insan uzakta olunca, yasananlari bir film izler gibi seyrediyor. Memleketten uzakta boylesi bir yabancilasma bir yandan duygusal baglari zayiflatirken bir yandan da nesnel degerlendirmeye olanak sagliyor. Basindan takip edilen bu sanal izlek ise durumu askerlerin, yazarlarin, muhim buyuklerin de icinde oldugu bir grubun akyp'ye karsi bir darbe hazirliginda oldugu seklinde ozetliyor. Darbe hangi bicimde gelirse gelsin ulkenin tarihini 10-20 yil geriye goturur ve halkin her yonden gelisimine ve ozellikle sol dusunceye bir balyoz gibi indirilir. Hicbir darbe yasanilan sorumlara cozum getirmez, aksine sorunlari cozmedigi gibi yeni sorun kaynaklari uretir, halki uyusturur, devrimci fikirlerin gelismesini durdudur. Ben yaratilan onca safsatanin ve gurultunun ardindan yine de bir darbe olabilecegini dusunmuyorum. Halihazirda oynanan oyunda butun oyuncular uzerlerine dusen rolleri yeterince iyi oynamaktadirlar zaten, bu duzeni altust etmeye gerek bulmaz sevgili guc odaklari. ABD destegiyle kirbacini saga sola savuran liberal islamci bir hukumet ozellestirmeden halkin yoksullasmasina kadar her konuda bilincli adimlar atiyor zaten. ABD destegi olmadan herhangi bir darbe olamayacagi icin ulkemizde, kimi solcu amcalarimiz ve teyzelerimiz demokrasi oyununa kendilerini kaptirmis gorunuyor, bu gerceklesme ihtimali zayif senaryonun saksakcilari oluveriyorlar. Bu taraf tutma oyunuyla, filler dovusurken yine ezilen zavalli ve sessiz halk oluveriyor. Sol bu tartismada kutuplara taraf olmak yerine, alternatif cozumler ureterek bu senaryoda kendi rolunu bir turlu belirleyemiyor. 12 eylul ardindan darbenin sonuclarini orduya yikmak, magdur edebiyati yapmak yenilgiyi kabul etmek solu ne kadar ileriye goturur? Daha da otesi sol sorumluluklarini nasil yerine getirir, nasil cozumler uretir?

Kafasi karisik bir memleketiz vesselam. Uzun yillar memleket uzerine orulen ordusal aglara bir yandan yaslanirken bir yandan da sola yaptiklarindan dolayi nefret etmekteyiz. Kafa karisikligi beraberinde cozumleri geirdiginde iyidir, diger turlusu kendi kucuk coplugunde cirpinmaktan ve kirlenmekten baska nedir ki??

Tuesday, December 16, 2008

Persepolis



Daha once cember metaforundan bahsetmis olmaliyim. Dun kendisini bugun de ekstralarini izledigim bir sanat eseri, harika film Persepolis'te yine bu metafora takildi kaldi aklim. Cemberin icinde ve disinda olma durumu, icinde olup disinda aklini birakma halleri.Memleket ozlemi tam da bu cemberin icinde olup disina hasret olmaktir belki. Persepolis'i once Guler onermisti bana, alip okumami. Gecen gun dvd'sine denk geldim.

Persepolis Marjan Satrafi'nin anime otobiyografik hikayesi. Siyah beyaz flashback lerle Iranli bir kadinin 80'ler ve 90'larda Tahran'da ve Viana'da gecen cocukluguna ve genc kizligina yolculuk ediyoruz filmde. Marjane Satrapi Iran'da hem Sah rejimine hem de Islam cumhuriyetine karsi cikan devrimci bir ailede buyuyor. Filmde hem Marjane'nin cocuklugundan itibaren sahit oldugu bir ulkenin degisimimi hem de kendisinin bu karmasa icinde cocukluktan genc kizliga evrilisini izliyoruz.

Bu tur filmlerde mesaj kaygisi gutmeye calisan yazarlarin aksine, Marjane taraf tutmadan gercegi izleyiciye etkileyici ve acik bir bicimde sunuyor. 1979'da peygamber olmayi hayal eden kucuk kiz daha adil ve ozgur bir Iran icin cabalayan ailesinin dusuncelerini anlamaya calisiyor. Cok sevdigi komunist amcasi Anoosh komunist oldugu icin hapiste yatarken ve daha sonra olduruldugunde, Marji cok kucuk yaslarda gercekle yuzlesiveriyor. Ailesinin hayalleri koktendinciler basa gelince yikilsa da hepbirlikte bu toleransi dusuk rejimde kendilerine bir yer bulmaya calisiyorlar. Marji bu baskici ortamda elbette kosesine cekilip sinmek yerine, kendi ozgurlugunun pesine dusunuyor, yasak oldugu halde sokak saticilarindan gizlice heavy metal kasetleri alarak ya da rejimin ogretilerini dikte ettirmeye calisan ogretmenlerine karsi cikarak.

Ailesinin israriyle Iran'i terkeden radikal ve punkci Marjane Viena'da bir yandan sonsuz ozgurlugun tadina varirken, bir yanda da aile ozlemiyle, cevresindeki onyargili insanlarla basa cikmaya calisiyor ve elbette her zaman "kendisine karsi dogru olmak" icin cabalayarak . Asik olup sokaklara dusuyor, depresyonun, caresizligin ve olumun kiyilarinda dolasiyor. Filmde sonralari biraz daha buyumus bir Marjane izliyoruz. Evlenip bosanan, sisteme karsi cikan, Iran'da devrim sonrasi kadin olmanin gucluklerini yasayan ve sonra yeniden ve bir daha donmemek uzere ulkesini terkeden Marjane...

Film Marjane'nin kisisel yasamiyla Iran bu onemli devresi islam devrimi ve 7 yillik Irak savasi surecini surukleyici ve dokunakli bir bicimde izleyiciye sunuyor. Filmdeki diyaloglar Marjane'nin etkileyici mizahi, derin ve guclu gercekci anlatimi ile birleserek film sonrasinda uzun sure akilda yankilaniyor.

Filmin buyuk bolumu asil cizgi romanlarda oldugu gibi siyah ve beyaz. Dvd'nin extralarinda filmin yapim asamasi ayrintili bir bicimde anlatiliyor. Ve elbette bir kez daha anime film emekcilerine hayran kaliyoruz. Elle yapilan cizimlerden seslendirmelere kadar Fransiz cizgi filmciler bir sahaser cikariyorlar ortaya.

Filmi izledikten sonra bir kez daha cekip gitmeye pek alisik bunyem, arkasina bakmadan bu steril ortamdan bir an once uzaklasip, Paris yollarina dusmeye heveslendi. Ne diyelim, bir sonraki bahara...

Sunday, December 07, 2008

Sosyal Aglar


Sosyallesme, iletisim, paylasim, isbirligi vs vs... Sosyal aglar bir suredir hayatimizda onemli bir yer teskil etmekte, simdiye kadar hic olmadigi kadar baglanti kurma ihtiyaci hissetmekteyiz. Baglanma (connectedness) merakin disavurumu mu yoksa bir kendini gosterme cabasi mi (narsism)? Facebook gibi sosyal ag siteleri sosyal iletisimi baska bir boyuta tasimis gibi gorunuyor. Sanal alemin ucsuz bucaksiz tarlalarinda karmasik bir ag kuruyoruz, paylastigimiz kisisel bilgilerimiz, fotograflarimiz, yaptiklarimiz ve uyesi oldugumuz gruplarla. Bu gibi bilgiler digerlerine (otekilere) bizim nasil bir insan oldugumuz konusunda ipuclari veriyor. Agimizdaki arkadas sayimiz, populerligimizi; icinde bulundugumuz gruplar etiketlerimizi; paylastigimiz fotograflar ne kadar mutlu oldugumuzu; ekledigimiz muzikler ve videolar "ince" zevklerimizi yuzeysel bir bicimde anlatiyor "digerlerine". Bu aglardaki "bizler" Sailorville'deki gibi hep gulen, guzel giyinen, gezen tozan, cevresiyle gayet iyi sosyal ilsikiler kuran, seven, sevilen insanlar oluveriyoruz. Belki de gittikce aynilasiyoruz...ve o cok sevdigimiz kim, kimle, nerede, ne yapmis oyununun kahramanlari oluveriyoruz. Ben bir sure once, bu oyundan ciktim ve facebook profilimi kapattim. Simdi asosyal (!?), baglantisiz, paylasimsiz, habersiz ama keyifliyim.

Isin bir de guvenlik boyutu var efendim. Animsarsiniz, MIT'den yine pek zeki iki ogrenci ders projeleri kapsaminda yazdiklari bir kod ile 70.000 facebook profilini toplamislar. 3. parti uygulamalarina pek de mudahele edemeyen facebook, bu uygulamalar yoluyla ele gecirilen bilgileri de kontrol edememekte. Isverenler artik alacaklari elemanlarin once facebook profillerini ziyaret etmekte, universiteler ve liselernde ogrencilerin facebook'a koyduklari uygunsuz videolar ve resimlerle mucadele etmekte. Facebook elbette bu alandaki tek isim degil, farkli ulkelerde farkli sosyal ag siteleri tercih edilmekte, ornegin Orkut Brezilya ve Hindistan'da yaygin olarak kullanilmakta. Facebook'a ek olarak belli bir temasi olan sosyal aglar da gittikce populer olmakta, ornegin muzik konusunda last.fm, edebiyat konusunda goodreads.com ve profesyonel network konusunda linkedin. Second Life ise olayin uc boyutlu dunyasi...

Sosyal aglar gittikce bireysellesen ve yalnizlasam modern insanin bu gerilimden kurtulmak icin buldugu bir rahatlama yontemimi mi acaba?

Friday, December 05, 2008

Paint it Black

The Rolling Stones, rock muziginin gelmis gecmis en iyi grubu...1962'de Londra da tohumlari atilan grup, rock muziginde blues, country, folk, reggae ve dans ruzgarlari estirmis bize unutulmaz parcalar emanet etmislerdir. The Rolling Stones grubundan Paint it Black adli mustesna parcasini siz sevgili dinleyicilerime armagan ediyorum efendim. Mick Jagger ve Keith Richards'in 1966 yilinda yazdigi bu essiz parca pek cok grup tarafindan da coverlanmis. Full Metal Jack'i izleyenler animsar ya da Seytanin Avukatini... en guzeli de iyi gitar calan bir arkadastan sarkiyi gitar solosuyla dinlemektir sanirsam, hafif hafif hmmm hmmm hmmm esliginde. Calanlara selam olsun.

i look inside myself and see my heart is black
no colors anymore i want them to turn black
maybe then i'll fade away and not have to face the facts
it's not easy facin' up when your whole world is black..

Haydi butun kapler karalara baglansin, butun renkler solsun, gerceklerin ustu kapansin, tum dunya siyaha boyansin....

Sunday, November 30, 2008

Orlando Hatirasi

Insan nasil olebilir, yasamak bu kadar guzelken

Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan dallarla, bulutlarla bir,
Aynı mavilikten gelmiştir
İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken?


Fazil Husnu Daglarca'nin cocuklugumdan beri zihnimde yankilanip duran bu unutulmaz dizeleri... Ezbere yatkin olmayan bellegim, bir bicimde bu dizeleri yineler durur, en cok da umutsuz oldugum anlarda. Umutsuz olmak icin pek cok neden var, bilirsin...en son Virgina'da universite katliamina bu kadar uzulmus, o siralar dinledigim Blonde Redhead albumunu bir daha dinleyemez olmustum. Acidan kacmanin en kolay yolu, o siralar dinlenilen muziklerin rafa kaldirilmasidir sanirim...bir de esyalarin atilmasi, resimlerin yakilmasi. Simdi yine gectigimiz gunlerde Bombai'deki saldiri ve olen onca insan, rastladigim birkac resim o umutsuzlugu geri getirmis durumda. Kendi kendime yasadigim bireysel mutluluklar ya da mutsuzluklar bir trajedilerin yaninda onemsiz kaliveriyor...bir yandan da son gunlerde surekli dinledigim, guzel kis albumunu, Isobel Cambell ve Mark Lanegan'in Ballad of the Broken Seas'ini bir kenara birakmak istemiyorum.

Fazil Husnu, yasam bu kadar guzelken olmenin anlamsizligini belirtse de, bir yerlerde birileri oluyor, her olum erken olum oluyor...bir yandan da yasam tum bunlara hic aldirmadan devam ediyor.

Saturday, November 22, 2008

"Gibi yapmalar" cumhuriyeti

Bir suredir sevgili ailemin dogum gunum icin bana memleketten gonderdikleri Masumiyet Muzesini okuyorum yasadigim sehrin her bir koresinde. Sevdigim bir tatliyi yerken yavas yavas bitmemesini ister gibi kitabi azar azar ve yavas yavas okuyorum. Bir kac sayfa okuyup, kahvemden bir yudum aliyor, bir kahve evindeysem o anda etraftaki insanlari izliyor, mekandaki objeleri tek tek gozden geciriyorum. Masumiyet Muzesi'nde Orhan Pamuk'un her bir esyaya yukledigi anlami, her birinin tarihini ve yasamdaki izlerini ince ince isledigi gibi, etrafimdaki seyler ve insanlar bana o an gozlemlenmesi gereken pek muhim seylermis "gibi geliyor". Simdi kitabin 438. sayfasindayim ve yazarin bahsettigi "gibi yapma" durumu bir an aklima takildi ve kitabi koltugun uzerine koyup bir sure dusundum. Basimi sevirdigimde perdesi sonuna kadar acilmis balkon cami'ndan disarida azar azar yagan kari izledim biraz. Okudugum kitaplarda yazarin kullandigi dil, kitabi okudugum sure boyunca beni hep etkilemistir. Kitap bitene kadar o dilin etkisine kapilir, yasami bir kitabin kahramani gibi yasadigimi hayal ederim hep. Iste tam da o siralar kitaptaki ince betimlemeler benim gozlemlerimi etkiler, dunyaya ya yazarin ya da kitaptaki bir kahramanin gozlerinden bakiyormus hissine kapilirim. Simdi de bu yazida kullandigim dil, muhtemelen Orhan Pamuk'un benim uzerimdeki hakimiyetinin bir sonucudur. Zavalli bir okur oldugumu biliyor ve asil konuya geciyorum...gibi yapmalar...

Gibi yapma kulturu bizim ulkemizde, ozellikle geleneksel rituellerin moden yasamin beraberinde getirdigi davranis bicimleriyle catistigi topumlarda yaygin oldugunu dusunuyorum. Degerlerimizi korumaya calisirken bir yandan da bu yeni ve hizli yasamin yeni degerlerine ayak uydurmakta zorlaniyor gibiyiz. Saygi geregi dinlememeiz gerektigini biliyor, bir yandan da aklimiz baska yerde oldugu icin dinler gibi yapiyoruz. Orhan Pamuk muzenin 439. sayfasinda Fusun'un babasinin yaninda sigara icerken bir yandan da bunu saklama geregi hissettigini, sigarasini saklayarak ictigini ama herkesin bundan haberdar oldugunu bu gibi yapma kulturune ornek gosteriyor. Tipki anne babamiza soyledigimiz yalanlari herkesin bildigi halde, bilinmiyormus gibi yaptigimiz gibi. Sevmedigimiz halde seviyormus gibi yaptigimiz sevgililer gibi, begenmedigimiz halde iltifatlara bogdugumuz yemekler gibi, kavga etmek isteyip uslu cocugu oynadigimiz anlar gibi ya da kendimizin ne halt oldugunu bildigimiz halde baska bir insan oldugumuzu dusunmemiz gibi. Belki de bu "gibi yapmalar" yasami kolaylastiriyor, catismalari azaltiyor ve bize iyi geliyordur. Gibi yaparak sucluluk duygusundan ariniyor, kendimizi rahatlatiyoruzdur belki. "gibi yapmalar" cumhuriyetinde mutlu olmak icin baska secenegimiz yoktur belki de...

Monday, November 17, 2008

Artvin, uzak memleket

Ilk ne zaman gittim tam animsamiyorum Artvin'e. Annemin memleketi olmasi sebebiyle gitmesek de gormesek de sik sik, hep bir bicimde Artvin yasamimizda onemli bir rol oynamistir. Ben de uzun yillar nereli oldugum soruldugunda isime geldiginde Artvinliyim derken, aslinda bunun ne kadar onemli oldugunu kavrayamiyordum belki de. Oysa her Artvin'li nerde yasarsa yasasin memleketini de beraberinde getirir, buyuk bir ozlemle yasar ve ne yapar ne eder bir sekilde kilometrecelerce yol katedip memlekete gider. Artvin, sehir merkezi Coruh nehrine bakan kayalarin uzerine kurulmus, sehir cevresi ise inisli cikisli tepelere, daglara ve yuksek yaylalara kadar yayilmistir. Birinci dunya savasi oncesinde pek cok Ermeni'nin yasadigi sehirde simdi Turkler cogunlukta olmak uzere, Gurculer, lazlar ve Hemsinliler yasamaktadir. Artvin kelimesi Ermenice kokenlidir olup orijinali Artavani "berekeli bolge" anlamina gelir. Osmanli Imparatorlugu doneminde Livane bolgesi diye de adlandirilan sehir ayrica Coroksi, Corok, Kollhis ya da Livane adlarini da almistir onceleri.

Annem Artvin'in Ardanuc ilcesi dogumludur. Cocuklugu yaylalarda, yayla evlerinde gecmis, artvin oyunlariyla dansetmis, cam sakizi toplamis o serin sularinin ve lezzetli donerlerinin tadini bir turlu unutamamistir. Memleket sozcugu belki de en cok Artvin'e yakisir. Memleket Artvinlilerin hala dillerde dolanan deyislerinde, sozcuklerde, aksanda, yaz icin yapilan planlarda, orada hala yasayan dedeler ve ninelerde ve "eve" olan ozlemde, tepilen horonlarda, agizlarda dolanan melodilerde surekli hissedilir. Ben de bir sekilde bana annemden bana miras kalan memleketi, Odtu'de basladigim Artvin halk oyunlariyla kesfettim. Artvin dogasinin, enerjisinin ve tezcanliligini en iyi anlatan dansidir sanirim bir de turkuleri.En iyisi bir cilveloy soylemek ve oynamak beraberinde, yaslisi, genci el ele, Artvin;'in tozlu topraklarinda, davul, zurna, tulum esliginde ya da cok uzaklarda Izmir'de bir evin bahcesinde bir Artvin halk oyunlari kaseti esligiyle.

indim Dere Irmağa (Hoy Nanay Da Cilveloy Nanay Da)
Zeytin Dalı Kırmağa (Hoy Nanay Da Cilveloy Nanay Da)
Geldim Seni Almağa (Hoy Nanay Da Cilveloy Nanay Da)
Başladın Ağlama (Hoy Nanay Da Cilveloy Nanay Da)

Nayda Nayda Nanay Da Hoy Nanay Da
Cilveloy Nanay Da




Artvin Ardanuc

Tuesday, October 21, 2008

Erkenden gidenler


Jeff Buckley: Muzisyen, grup arkadaslarinin New York'tan donmesini beklerken, Wolf nehrinde bir aksam bogulur. Bedeni 4 Temmuz, 1997'de bulunur. Arkasinda harika Grace albumunu birakarak goc eder.






Sylvia Plath: Amerikali sair ve yazar. 11 Subat 1963 sabahi, cocuklarinin odasina ekmek ve sut birakip, kapilari sikica bantladiktan ve islak havlularla bosluklari kapattiktan sonra kafasini firinin icine sokar ve gazi acar. Arkasinda "yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var..." dizelerini birakarak uzaklasir.







Kurt Cobain: Irlanda-Amerika kokenli 20 Subat 1967 dogumlu Amerikali muzisyen, Nirvana grubunun belkemigi. 8 Nisan 1994 gunu, cansiz bedeni Lake Washington'daki evinde evine guvenlik sistemini onarmak icin gelen bir elektrikci tarafindan bulunur. Cenesine dayadigi bir silahla intihar ettigi soylenir intihar notunda su sozleri birakarak: "Ne yazmaktan, ne muzik yapmaktan ne de dinlemekten heyecan duyuyorum...uzun yillardan beri..." Gunlerdir evde cansiz yatan bedeninde yuksek miktarda eroin ve Valium bulunur.






Nilgun Marmara: Turkiye'li sair, yazar. 13 Ekim 1987'de evinin balkonundan atlar. Sylvia Plath hayranidir, "sylvia plath'ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi" adli tezini ve daktioloya cekilmis siirler, metinler ve kirmizi kahverengi defteri birakarak arkasinda bir hiclige dogru yol alir.






Ernest Miller Hemingway: Yazar ve gazeteci. 62. dogumunune birkac hafta kala basina bir silah dayayarak yasamina son verir. Yeni nobel almistir, artik daha iyi yazamayacagini dusunerek yasamaya gerek gormez ve arkasinda Silahlara Veda'yi birakarak terkeder bu dunyayi.








Yavuz Cetin: 1970 Samsun dogumlu gitarist, muzisyen. 15 Agustos 2001'de Bogaz Koprusu'nden atlayarak kendini bosluga birakir. Belki de bir yerlerde Jeff Buckley'le bulusmus gitar nagmeleriyle demleniyorlardir, kim bilir...






Sarah Kane: 3 Subat 1971 dogumlu Ingiliz oyun yazari. Oyunlarinda arzu, aci, fiziksel ve psikolojik iskence ve olumden bahseder. Uzun yillar depresyonla mucadele eder. 1999 yilinda once yuksek miktarda ilac alir, kurtulur, iki gun sonra da London King College Hospital banyosunda kendini asar. Oldugunde "28" yasindadir.





Jacques Mayol: 1 Nisan 1927 dogumlu dunya serbest dalis rekortmeni. 100 metre serbest dalis yapan ilk dalgic. 1955 yilinda bir akvaryumda dalgic olarak calisirken yunuslarla tanisir. Tanistigi Clown adinda disi bir yunusla yakinlasir, su altinda nasil davranmasi gerektigini ve sualtina uyum saglamayi Yunuslar'dan ogrenir ve Homo Dolphinus felsefesini gelistirir. 22 Aralik 2001'de 74 yasinda Italya Elba'da kendini asar ve sonsuz derinlige dogru yol alir. Kulleri Tuscany kiyilarina savrulur.

Saturday, October 18, 2008

Samed Behrengi


Ben okumaya ilk cocuk masal kasetleriyle basladim...Henuz okumayi ogrenmemistim o zamanlar. Babamin bana aldigi masal ve oyku kasetlerini dinlerken, hayal alemlerinde sozcuklerde gezindim once. Nasil yazildiklarini bilmeden, dinledigim oykulerin resimlerini dusleyerek. O siralar hep babamin kalin kitaplarini kurcalar, onun ilgisinin benden o kitaplara dogru kaydigi zamanlarda garip bir kiskanclik da beslerdim o sari sayfali seylere. Hatta daha da ileri gider, bazi kiskanclik krizlerinde uzerlerine resimler cizerdim. Benim delirmeye basladigimi goren babam okula gitmeden okumayi ogretmeye karar verdi. Bu biraz da sanirim gittikce rahatsiz eden merakimi ve sorularimi azaltmak, ilgimi baska bir seye yonlendirmek icin bilincli atilmis bir adim da olabilir. Cin Ali, Burak cocuk safhasini bir an once atlayarak "asil kitaplar" defterini hic kapatmamak uzere actim, sanirim 6 yasindaydim. O gunleri dusundugumde iste hep Behrengi ve benim hayatimin daha o yasta donum noktasi olan kitabi Kucuk Kara Balik gelir. Kucuk Kara Balik'i okuduktan sonra bir daha hic eskisi gibi olamadim. Garip bir huzunle bitirmistim kitabi. Sonrasinda Behrengi'nin diger kitaplari geldi...Ulduz ve Kargalar, Bir Seftali Bin Seftali ve Kucuk Kirmizi Balik. Kucuk Kara Balik bulundugu sazliktan memnun olmayip, nehrin sonunu, denizi deli gibi merak eden kucuk bir baliktir. Bir gun oralardan uzaklasip baska dunyalari, okyanusu gormek ister. Etrafindaki herkes dalga gecer onunla, nasil olur da kucuk bir kara balik cesaret edip de uzaklara gitmek ister, bu binlerce kardesiyle yasadigi kucuk yer neyine yetmiyordur. Ama kucuk balik kafasina koyar bir kere, ve bir daha hic donmemek uzere evinden uzaklasir. Kitap onun basindan gecen maceralari anlatir. Sonunda kucuk kara balik'in evine bir daha donmedigini animsiyorum. Mutlu sonla biten cocuk kitaplarindan farkli olarak, sonunun boyle belirsiz olmasi kitabi basli basina farkli kiliyor. Benim de yasamim boyunca denizi, okyanuslari kovalamamin nedenidir diye dusunuyorum kucuk kara balik. Bir de kitabin arka sayfasinda Behrengi'nin bir irmakta bogularak oldugunu okudugumda ilk defa olumle tanismistim o yaslarda. O zmandan sonra hangi kitabini okursam okuyayim hep garip bir huzun kaplamistir icimi.

Behrengi, Iranli bir ogretmen, cocuk hikayeleri ve halk masallari yazari, arastirmaci ve derleyici. Ogretmen okulundan mezun olduktan sonra koy okullarinda ogretmenlige baslar. Ogretmenlik yaparken bir yandan Tebriz Edebiyat Fakultesi'nde Ingiliz Dili ve Edebiyati Bolumu'ndeki derslere devam eder. Bu donemde halk masallarini toplar, masallar yazar. Donemin egitim sistemini elestirir, yazilar yazar, cozumler uretmeye calisir ve bir yandan da baskici yonetimle savasir. 1968 yilinda Aras irmaginda bogularak can verir, olumu suphelidir. Tipki kucuk kara balik gibi...Onu bir daha goren olmadi...

Tuesday, October 14, 2008

Agir Cekim ve Nude-Radiohead

Agir cekim yasamaya basladim herseyi, Nude'u dinlerken... Street Spirit video klibini izleyenelr bilirler, orada da bu agir cekim teknolojisini kullanir Radiohead. Izledidim en iyi ve en etkileyici kliptir street spirit. Ama Nude bambaska, garip bir bicimde bedenizi esir alan bir ilac gibi...uyusturucu degil de ...yavaslatici diyelim...su an yaptiklarinizi bunun onda biri kadar yavaslikta yapsaydiniz neler olurdu? Agir cekim bir goruntu dusunun, yavas akan resimler. Cayinizi ornegin agir cekim ictiginizi, agir cekim konustugunuzu ve agir cekim agladiginizi. Nude dinlerken ben iste yercekiminin olmadigi bir gezegende yolculuga ciktim, bildigim herseyi unuttum, bambaska bir hizda ve duzlemde yasamaya basladim. Sanirim zaman bukuldu, ben hafifledim.


Nude Radiohead'in In Rainbows albumununden bir parca. Buyrun efendim siz de hafifleyin...

Sunday, October 12, 2008

Royksopp, Melody A.M.



Zamanin birinde, yani bugun, yani benim su yaziyi yazdigim gunde, senin bu yaziyi okudugun gunun oncesinde bir zamanda, bir albumu dinlemeye basladim uzuun uzuun ve sakiin sakiin. Yillardir bir sekilde tepkiyle yaklastigim ve sigligini elestirdigim elektronik muzige, simdi bambaska bir pencereden bakmami saglayan bir albumle karsilastim. Insan nasil bir yemegi ilk defa yediginde lezzetsizine denk gelip bir daha yemek istemez ya o yemegi, sanirim elektronik mizigimsi seyler de beni ilk dinledigim anda rahatsiz etmis, uzun sure de kiyisindan kosesinden gecirmemislerdir. Neyse lafi fazla uzatmayayim fikrimi degistiren gruo Röyksopp diyeyim. ayrica guzel elektronik muzik evde de dinlenebiliyormus, hatta yaninda icki vs. olmadan da. Rokysopp Norvec'li bir grup, ismini de oralarda yetisen bir cesir mantardan aliyor. Siz de Röyksopp'u bir yerleden duymussunuzdur, reklam tanitim muziklerinden vs. Ornegin Melody A.M. albumundeki Remind Me adli parca Amerika'da yayinlanmakta olan Geico ve Apple reklamlarinda kullanilmaktaymis. Album 2001 cikisli, henuz dinlemediyseniz bir yerlerden bulunuz, dinleyiniz efendim, kolay dinlenilir iyi muzik....

Friday, October 03, 2008

Uzak-Nuri Bilge Ceylan


Bir suredir siyah beyaz fotografcilikla ugrasmaktayim. Uzun zamandir hep yapmak istedigim sey, fotografciliga sonunda kiyisindan kosesinden bulasmayi basardim sayilir. Simdilik yalnizca karanlik odada filmi hazirlama ve basma islemleriyle vakit gecirmekteyim. Forografcilik ucsuz bucaksiz gizemli bir dunya...isin teknik kisimlari bir yana, bir forografci gozune sahip olmak cook uzun yillar alan bir ugras. Bugun Nuri Bilge Ceylan'in Uzak filmini izledigimde bunun ne kadar buyuk bir teknik ve yetenek gerektirdigini bir kez daha farkettim. Film muhtesem forograf kareleriyle bezenmis bir komposizyon gibi. Duragan, fazla akici olmayan sahneleri sanki bir forograf sergisindeymissiniz gibi goruntuler karsisinda buyuluyor sizi. Filmde tasradan gelen egitimsiz ve issiz bir gencin is bulma ve sehire ayak uydurma cabasiyla birlikte sehirde yasayan entellektuel forografci bir akrabasinin "uzak" iliskisi de hic yormadan, sakin ve sessizce anlatiriliyor ve elbette sehir yasami elestirileriyle birlikte. Filmin en guzel yani tum bunlari goze batmadan elestribilmesi, yasami tum sadeligiyle anlatmasi ve karakterleri tum dogalligiyla hic saga sola sapmadan gostermesi. Film sonrasinda Nuri Bilge Ceylan'in film hakkindaki uzun shbetini dinlemek de ayri bir tad verdi. Bir filmin dusuk bir butceyle, dogal oyunculukla ve yalin bir oykuyle bize "gercek" yasami cok daha iyi anlatilabilecegini gosteriyor Nuri Bilge. Bir zamanlar Camus'un Yabanci'sini okudugumda ve sonralari bu benzer anlatimi Yazgi'da gordugumde bu yalin sinema dilini ne kadar sevdigimi farketmistim. Uzak ile bunu bir kez daha sessiz sedasiz anlamis oldum.

Last.fm sahane


Muzik ruhun gidasidir demisler benim icin bir gidadan daha da ote bir ilac gibi. Beni her durumda iyilestirebilen yegane ilacim olmustur muzik. Tum depresyonlarin ustesinden geliriz beraber, tum sikintilari cozeriz, beraber aglariz beraber guleriz. Dinledigim muzikler hayatima giren insanlar ve elbette ezelden beri hep merakli bir cocuk olup sagi solu karistirmamla evrilmistir. Ama iste yasamima giren birileri ozellikle dinlediklerimin bugune nasil geldiginde, hangi yollardan gecip hangi sapaklarda kayboldugumda onemli rol oynamislardir. Oncelikle Ahmet abi...sanirim ilk rock kasetini o hediye etmisti bana yaninda bir de Sofie'nin dunyasi esantiyonuyla. Ben henuz sasi gozlerle dunyaya bakarken, birden felsefe ve rock karmasasinin icinde buluvermistim kendimi. Daha sonralari universiteye basladigim ilk yil Yalcin'in verdigi Nirvana ve Metallica albumleriyle gecemi gunduzumu gecirmistim. Cok sonralari Burcu'yla yaptigimiz paylasimlar ve essiz muzik muhabbetleri bana Portishead'in Radiohead'in ve daha pek cok dahi muzisyenin dunyasini acmisti. Ama iste beni en cok gelistiren ve muzik konusunda buyuten insan Sevgili Yener'dir. Yener sayesinde ben Fiona Apple'larla, Sigur Ross'la, Morissey'le ve daha pekcoklariyla icli disli oluvermisimdir. Simdi son zamanlarda da bir last.fm bagimlisi oldum ciktim iste. Muhtesem bir kaynak, sosyal ag sitesi ve daha da onemlisi muzik kutuphanesi. Sevdiginiz muzik turleriyle ve muzisyenlerle radyolar olusturabilir, bu radyolari baskalariyla paylasabilirsiniz. Cesitli muzik gruplarina uye olabilir, yorumlarinizi paylasabilir, sevdiginiz muzisyenlerin videolarini izleyebilirsiniz. Ben bilgisayarima bir da programini indirdim, butun gun last.fm dinleyip besleniyor bir yandan da iyilesiyorum. Iste efem buyrun web sitesi:

http://www.last.fm/

turkce websayfasi icin:

http://www.lastfm.com.tr

Thursday, October 02, 2008

Biz nereye kosuyoruz?

Buyuk bir telasin icersindeyim dostlar uzun zamandir. Ne oldugunu sormayin, hayat telasi diyecegim zira olmayacak yavan kalacak, yasamak telasi diyecegim, ne acelen var kardesim herkes yasiyor ya iste diyeceksiniz... ben en iyisi nedensiz bir telas diyeyim. Telaslarin en kotusudur nedensiz telas, nedensizce bir kosusturmacanin icinde kaybetmek kendini. Nedeni bulunsa sanki anlam bulacakmis gibi... Bir zamanlar cok sevdigim biri cok yavas yasardi hayati, yavas konusurdu, yavas yemek yerdi, yavasca ve endisesiz gecerdi vakti. Yanina gittigimde zaman dururdu, sakince yapilan seylerin, yeniden yemeklerin ya da paylasilan masallarin huzuruyla zaman hic acele etmeden usulca geciverirdi. Sonrasinda ise elbette hicbir pismanlik birakmadan geride. Oysa simdi dusundugumde onu o zamanlar elestirdigimi animsiyorum, hirs ya da azim yoksunlugundan, hep daha fazlasini isteme cabasi eksikliginden.

Yasamin bu hizi, durmak bilmeyen kosturmacasi, hep birseyler yapmak gerekiyormus gibi cabucak bitirilen isler, hizlica yenilen yemekler, dinlenen muzikler ve okunan/mayan kitaplar...Cabuk kurulan kisa cumleler, karsidaki sozunu bir an once bitirse de ben konussamlar, bu kirmizi isik ammma da yandilar, siram gelmediler...ve her zaman her yere cabucak gitmeler...Bu tuketim toplumunun bize dayattigi moden bir cilginlik midir yoksa..modern hayat cilginligi?? hani su 10 yillardir uzerinde feylezoflarin kafa yordugu fenomen...

Ben isin felsefe kismini bilmiyorum ancak yasamimi yavaslatmak istiyorum son birkac gundur. Ornegin sabah kalktigimda yavas hareket etmek istiyorum, once yatakta yavasca gerinmek, uzun bir kahvalti etmek, hic acele etmeden otobus duragina dogru yurumek...aksam eve geldigimde uzuun bir sure gozlerimi kapatip yepyeni albumler dinlemek ya da muzigi kapatip bir kitabi yavasca ve sakince okumak...

Surekli bir seyleri kaciriyormus korkusuyla yasamaya son... Zira kacirdigimiz yalnizca zamanin guzelligi oluyor bu telasla ve aceleyle. Bu bir dogumgunu oncesi serzenisleri mi yoksa doktora yorgunlugu mu bilemeyecegim ama artik daha az kosmaya ve daha sik yurumeye calisacagim sanirim. Bir yazisinda sordugu gibi yazarin, derin sulara tuple dalmak mi yoksa jet-skiyle sularin uzerinde hizlica dolanmak mi? Bir dusunun bakalim...

Monday, September 15, 2008

21. yuzyil ogrencileri

Sevgili okumus yazmis, uyumus da buyumus blogcularim. Muzik yazilarina biraz ara verip uzun zamandir "e haliyle" mesgul oldugum egitim ozellikle egitim teknolojileri konusunda da bir iki kelam etmek isterim. Liseyi de sayarsak yaklasik 15 yildir icinde oldugum, gelisimini bizzat yasadigim, bir sure ozel bir firmada sabah 9 aksam 7 kafa patlattigim ve sonrasinda tee Amerikalara gelip doktorasini yaptigim bu guzide alanimiz hakkinda elbet benim de bir iki cift soz etmeye hakkim vardir. Su siralar gundemimizi 21. yuzyil ogrencileri yani dijital gocmenler mesgul etmekte. Danismanimin verdigi ve Amerika'nin farkli bolgelerinden ogretmenlerin aldigi Internet uzerinden verilen bir derste bu konuda cesitli tartismalar gudulmekte. Dijital gocmenler (digital immigrants) ve dijital yerliler (digital natives) arasinda teknoloji konusunda bilgi, birikim, deneyim ve pratik eksikligi konusuluyor. Dijital yerliler- bizim kucuk cocuklarimiz, teknolojinin icinde dogan, bu yaslarda birer cep telefonu ve/veya bilgisayar sahibi olan cocuklar. Elbette her cocuk ozellikle Turkiye'de bu gruba dahil olamiyor ne yazikki maddi imkansizliklar ve altyapi eksikliginden dolayi. Ancak ozellikle batidaki cocuklari dusunursek pek cogunun evlerinde olmasa bile bir bicimde Internet kafelerde teknolojiyle fazlasiyla hasir nesir olduklarini goruyoruz. Bu durum Amerika'da biraz daha fazla yasaniyor elbette. Bir teknoloji cilginligi almis basini gidiyor, cep telefonlari, blueberry'ler, i-podlar, i-touch'lar, i-phone'lar (Amerika'da adini hatirlamadigim bir okul bir sinif ogrencilerinin hepsine i-phone almislar vallahi de arastirma amacli), diz ustu bilgisayarlar, kameralar, dijital fotograf makinalari, oyun konsollari, Wii'ler, guitar hero'lar, akilli tahtalar vs vs...Teknolojinin bu denli yaygin olmasi ve ogrencilerin bu teknolojinin icinde dogmus olmalari ogretmenlere ve ailelere bazi zoruluklar sunuyor elbette. Artik e-postayi bile modasi gecmis olarak dusunen ve cep mesajlariyla iletisim kuran bir kitleyle karsi karsiyayiz. Ya da bilgisayarlarinda video editing programlari ile kendi cektikleri videolari ve resimleri editleyen ve bunlari daha sonra bloglarinda ya da youtube'da (her ne kadar ulkemizde yasaklansa da elbette tuneller sayesinde ulasilabilen yegane video veritabani) yayinlayan bu genc dimaglari egitmek zorundayiz. Peki bu icine dogmadigimiz, sonradan ogrendigimiz ve hala adapte olmaya calistigimiz dunyayi nasil anlamaliyiz ve bu aradaki boslugu nasil kapatmaliyiz? Elbette ogrenmenin bir kaynaktan bir aliciya cizilmis bir oktan ibaret olmadigini kavrayarak ve ogrencilerin ve ogretmenlerin beraber/birlikte ogrenebilecekleri egitim ortamlari tasarlayarak. Bu tur egitim ortamlarinda ortada bir problem bulunuyor ve cevresinde deneyimli ve acemi ogrencilerin etkilesimde bulundugu bor ogrenme agi bulunuyor. Bu modelde ogretmen yok, yalnizca cok bilenler ve az bilenler var. Probleme bagli olarak elbette cok planler ve az bilenler yer degistirecekler ve karmasik bir ogrenme agi yaratacaklar. Bu modele de ag ogrenme modeli deniyor.

Gelelim isin teknoloji boyutuna. Izledigim bir video (elbette youtubetan) 21. yuzyil ogrencilerinin vizyonunu cok iyi anlatiyor. Bir de siz izleyin bakalim, hayatiniz degisecek mi?

Sunday, August 31, 2008

Kucuk bir deniz ati olmak istiyorum

Bir albumun parcalarini ayri ayri dinlemek yerine, bir butun olarak ve hatta albumdeki sirayla dinlemeyi tercih ederim. Albumun oykusunu, duygu inis ve cikislarini giris, gelisme ve sonuc halinde dinler bir sure sonra album cok sardiysa en sevdigim parcalari defalarca dinlerim. Iki gundur bu gelenegi bozmus olmaliyim ki donup dolasip Devendra Banhart'in eski yeni parcalarini karistirarak dinliyorum hatta dinlemekle kalmayip evde yalniz basima psychodelic danslar ediyorum. Gecen gun radyo eksen'in sayfasinda dolanirken top 40 sayfasina tikladim ve en ust siralardaki parcalara bir goz attim. Iste o an gozlerim Devendra Banhart'i seciverdi ve carmensita'nin harika klibini youtubtan seyrediverdim. Natali Portman dilberinin de oynadigi bu kliple buyulendim kaldim. Daha sonra dinledigim diger parcalari ve ozellikle http://www.devendrabanhart.com da yayinlanan son albumunun butun trackleri, surreal, indie, folk ve psycho folk gibi isimler almis ama bence nevi sahsina munhasir muzik yapan mistik bir adamla tanistirdi beni. Bence Devendra Banhart son yillarin gelmis gecmis en yaratici, en farkli ve en en "bu dunya otesi" genc yildizi. Devendra Banhart Amerikali-Venezualla'li genc bir muzisyen. Texas'ta dogup, yasaminin 5-13 arasi yillarini Venezuela'da gecirip daha sonr La'ye yerlesmis. Su siralar LA'da ormanlarin icinde bir kabinde arkadaslari ile album kayitlari yapmakta, kollektif bir hayat surmekteymis. Devandra sarkilarinda basit gitar melodileri kullaniyor, belki de bu minimalist tavri surreal siiriyle birlesince bize o eskilerin folk muziklerini hatirlatiyor. Devandra'nn son albumu Smokey Rolls Down Thunder Canyon'u http://www.devendrabanhart.com/listen.html addresinden dinleyip, youtube'dan kanli canli performanslarini seyredebilirsiniz. Albumun en guzel parcasi "seahorse'u" dinleyip belki kucuk bir deniz ati olmak istersiniz siz de, kimbilir...

Seahorse'un bir bolumunden cevirebildigim kadariyla...

Butun sahip olduklarimi ruzgara birakiyorum
birseyleri istemeyi bitirdim artik
tatmin olmus bir sekilde olebilirim
saklayabilecegim arzular olmadan
ne bugun
ne de gelecek binlerce yasamlarda

kucuk bir deniz ati olmak istiyorum
kucuk bir deniz ati

yeniden dogmaktan korkuyorum
eger yeniden bu bicimdeyse
nasil, neden, nerede, ne zaman bilmek istiyorum
parlak bir gece gokyuzu olmani istiyorm
isik gibi gelmeni istiyorum



Tuesday, August 26, 2008

Monday, August 25, 2008

Patti Smith-Feed your head Feed your head Feed your head



Boston gunluklerine kisa bir sure ara verip muzik yazilarima devam etmek istedim sayin okuyucu. Zira bir suredir ara ara dinledigim ustun insan, dahi ses Patti Smith hakkinda yazmayi uzun zamandir geciktiriyordum. Punkin kralicesidir Patti Smith, 1975 yilinda cikardirdigi Horses albumu punk tarihinde bir mihenk tasidir. Because the night adli parcayi animsarsiniz, ozellikle yeni coveri ile benim erken ergenlik donemlerime denk gelmisti. Diskonun dibinde bir evimiz oldugu icin, her gece uyumaya calisirken ninni yerine bunu dinlerdim. Ben disko nagmeleriyle uyuyama calisirdim sevgili okuyucu, hala o 80'lerin eski disko parcalarini dinledigimde icimin titremesinin nedeni odur. Artik ruyalarimda neler gorurdum, bu ayri bir yazinin mevzu bahsi elbette.

Horses albumunun dogusunda pek cok muzisyenin Patti smith uzerinde etkisi olmus, Jimi Hendrix'in, Jim Morrison'un ve the Rolling Stones'un elbette. Album gelmis gecmis en iyi rock albumlerinden biri sayilir, Rolling Stones dergisininin 2003 yilindaki en iyi 500 albumu arasinda, Times dergisinin 2006 yilindaki gelmis gecmis en iyi 100 albumu arasinda yerini alir suphesiz. Ben Patti Smith'in horses albumunu dinleyedurayim, kendisi cokta Istanbul'a gelip konser vermis bile, ustune ustluk yeni albumu Twelve'i cikarip efsane rock parcalarini yeniden yorumlamis. Ben albumu yutubdan biraz dinledim, ozellikle Nirvana'nin Smells like Teen Spirit coverini pek bi begendim. Bu da yetmedi Jefferson Airplane'in White Rabbit'ini coverlamis. Aksam aksam kendimden gecip kafami besledim, Alice olup harikalar diyarinda tavsanlarla fink attim.

feed your head. feed your head. feed your head..

Sunday, August 24, 2008

Boston

Biz nedense milletce pek bir asinayizdir Amerikanin herbirseyine. Kultur emperyalizmini severek kabullenmisizdir hep. Dinledigimiz muziklerden ya da izledigimiz filmlerden yalan yanlis az cok birseyler ogrenmisizdir bu topraklar hakkinda. Boston da filmlerde falan calinir ilk kulagimiza, 1600-1700 lu yillarin Amerika'sini anlatan filmlerde. Biraz daha buyuyup aklimiz erdikce MIT'nin ya da Harvard Universitesi'nin buralarda oldugunu duyariz. New York gezimizin New York City, Albany ve Niagara Selaleleri'nden sonra dorduncu ayagi oldu bir gunluk Boston gezisi. Belki de en guzeliydi gordugumuz sehirler arasinda, buyulendik kaldik. Bunda Cagri ve Emrah'in harika rehberliklerinin de rolu vardir elbet. Is bu yazinin konusu Geldikten sonra hakkinda biraz daha arastirma yaptigim Boston sehri olacaktir sayin okuyucu...

Boston'daki gezimiz once Harvard Universitesi ve etrafiyla basladi. Donem henuz basliyor oldugu icin ortalik pek bir kalabalik pek bir civil civildi. Universite kampusunun kucuklugunu gorunce biraz hayak kirikliligi yasasak da binalarin eskiligi ve kampusun derli toplu olmasi hosumuza gitmedi degil. Etraf oriyantasyondan gecen yeni ogrenciler ve aileleriyle dolup tasiyordu. Disarida ise Iowa'da pek gormeye alisik olmaidigimiz bir insan kalabaligi vardi. Kafelerde oturan, saga sola yuruyen insanlar yahu...Olacak is degil...Biz Iowa'da ozellikle kisin sokakta insan gormeye pek alisik olmadigimiz icin ve herkes heryere arabayla gidip geldigi icin, bana sehirde insanlar degil de arabalar yasiyormus gibi gelir hep. Oysa Boston'ta dupeduz insanlar yasiyordu.

Harvard Universitesi'ne gelmisken John Harvard'in ayagini ellemeden gecemedim elbette.

Harvard Universitesinin kutuphanesi 13 milyon kitap barindirmasiyla meshurmus. Ama universitenin ogrencisi olmadigimiz icin iceriye giremedik elbette. Ancak onunde fotograf cektirmeyi ihmal etmedik.


Bir sonraki duragimiz Massachusetts Institue of Technology yani MIT'ydi. Bu kampusu Harvard'a kiyasla daha sicak buldum ve daha cok sevdim. Ozellikle Hudson nehri manzarali kutuphanesini elbette. MIT'nin icinde bir sure Naom Chomsky'nin ofisine aramak icin ugrastik lakin Naom amcanin zaten pek universiteye ugramayan biri olacagini dusunduk vazgectik. MIT pek populer ogrencileri ve hocalariyla meshur bir universite. John Nash burada baslamis egitimine... Good Will Hunting filmi de burada gecmisti animsarsaniz. MIT bir de ders notlarini internetten ucretsiz yayinlamaya baslamisti birkac yil once. Ders kaynaklarinin ve bilginin boyle paylasima acilmasi uzaktan egitimle ilgilenen akademisyen tarafimi memnun etmisti elbette. Iste size bir MIT ve altin kizlar resmi:


Kisa bir MIT turundan sonra Boston sokaklarini arsinlamaya basladik. Bu keyifli gezinin devami icin bir sonraki yazimda gorusmek uzre efem.

Friday, August 22, 2008

Renkler ve Isliklar


New York donusu yine Cagri'dan aldigim bir albumu Efsane Hanimlar ile bikmadan surekli dinlemekteyim. Sarkilari tek tek dinlemektense bir albumun butununu dinlemek ayri bir keyif veriyor insana. Renkler ve Isliklar'da Efkan Sesen'in tamamini isliklarla seslendirdigi harika bir album. Bir aksamustu, tam da gunes batarken balkonun kapisi hafif aralik, kaybolmakta olan gunes bir yandan odaya sizarken, gozleri kapatip uzunca bir sure isliklarin buyusunde kaybolmak ne guzel. Arap, Azeri, Ermeni, Gurcu, Rus, Irlanda, Bulgar, Turk, latin, laz, Yunan, Roman, Kibris ve Italyan ezgilerini Efkan Sesen'den dinlemek de...Albumle ilgili guzel bir tanitimi http://www.youtube.com/watch?v=ineeJN4OGgM adresinden izleyebilirsiniz.

Efsane Hanimlar


10 gunluk New York gezisinden zihnime kazidigim fotograf kareleriyle birlikte yeni birkac guzel albumle donuverdim Iowa'ya. Albany'de tanistigim sevgili arkadasim Cagri'nin neo-klasik diye adlandirdigi albumlerden biri "Efsane Hanimlar". Simdiye kadar kulagimin alisik olmadigi bir yandan da pek tanidik gelen ezgileri dinledim Albany-Boston yolculugunda ve hemen albumu aliverdim Cagri'dan.

Efsane Hanimlar'daki butun sarkilarini Sema Moritz'in buyuleyici sesiyle dinlemekteyiz. Cumhuriyet donemi kadin sarkicilari animsar misiniz? Biryerlerden hep kulagimiza calinan ama pek de dikkat etmedigimiz bu sesleri Sema Moritz albumde toplamis ve her sarkida bir oyku anlatmis bize. Kucukken hep bir gramafonumuz olmasini isterdim, gramofona bir plak yerlestirip, eski plaklarin cizirtili seslerinden sarkilari dinlemek buyuleyici bir toren gibi gelirdi bana. Sema Moritz Efsane Hanimlar ile bize Seyyan Hanimlari, Murside Hanimlari yeniden dinletiyor...hem neseli hem de acikli birbirinden farkli sesler ve oykuler ile...Siz de bir yerlerden bu albumu edininiz...mazi kalbimde bir yaradir dinleyip eski bir gonul yarasini yeniden animsayiniz, sari yapincak dinleyip eski bir askinizi animsayip gulumseyiniz efendim...

Sunday, July 27, 2008

how to disappear completely

Yasadiklarimiz bazen gercek disi gelir. Aslinda ben burada degilim, bunlari yasamiyorum dersiniz...belki de boyle dusunmek rahatlatir insani, bir kacis, yabancilasma ve beraberinde uzaklasma...Iste tam o anda yeniden Radiohead dinlediginizi farkedersiniz. Tam da o anda "how to disappear completely" adli gercekustu parcayi loopa aldiginizi farkedersiniz...bulundugunuz yerden uzaklasirsiniz, ruhunuzun yukselir, yukarilardan bir yerden kendinizi izlersiniz, bir yabanciyi izler gibi...Ruhun uzaklasmasini en guzel anlatan parcalardan biri, buyrun efendim sozleri...

that there, that's not me
i go where i please
i walk through walls
i float down the liffey

i'm not here
this isn't happening
i'm not here, i'm not here

in a little while
i'll be gone
the moment's already passed
yeah, it's gone

i'm not here
this isn't happening
i'm not here, i'm not here

strobe lights and blown speakers
fireworks and hurricanes

i'm not here
this isn't happening
i'm not here, i'm not here....

Friday, July 11, 2008

Kentler

Yasadigimiz kentler bizi nasil degistirir? Bugun daha da iyi anladim ki, her kentin kendine ozgu bir ruhu vardir, ve orada yasadigimiz surece biz bu ruh halinin bir parcasiyiz.

Izmir'in Goztepe sahilinde gunesin korfezde batisini izledim, koyu mavi dalgalarin gurultusu esliginde. Izmir'i dusununce aileden de kaynaklaniyor olsa gerek hep bir siginma, kabuguna cekilme, huzuru bulma, yasamin butun telaslarindan uzaklasma haleti ruhiyesine giriveririm. O yuzden belki de bu sehir bana calismak icin pek cazip gelmez. Izmir'in bu savruk ruhu calismayi kaldirmaz zira, insani tembellige, bosvermislige surukler, keyifler dunyasina daldirir, iki kadeh raki ve izgara balik esliginde.


...Ankara oysa bambaskadir. Cok calistirir adami bir o kadar da biktirir. Tum karamsarligina karsi guzel sehirdir, hani huzursuz ettigini bile bile israrla izlediginiz filmler gibidir. O huzrsuzluktur belki sizi atesleyen, baska kentlere kosturan, saga sola savuran.

...Istanbul o savruldugunuz kentlerden bir tanesidir. Ruhunuzun bir kus gibi ozgur oldugu, basiboslugun kentidir. Hause'da saatlerce oturup Istiklal'deki kitapclardan aldiginiz surukleyici bir kitaba dalip yoldn gecen insanlari seyretmektir. Zamanin hem durdugu hem de cok hizli gectigi bir kaostur. Belki de bu yuzden tum kentler arasinda en heyecan verici olandir. Istanbul dunyanin neresinde olursaniz olun hep bir ozlemdir. Yasam'a ve gerceklige olan ozlem...Gerceklik...Bazi kentler ne kadar da gercekdisi gelir oysa..Bir masal kenti gibi, hayal meyal hatirlanan ama hatirlandiginda hep o ruh haliyle hissedilen.

...Londra, yalnizligin ve kaybolusun sehridir bana gore. Bir kentin sokaklarinda yapayalniz kaybolmak, ama hep yolunu bulmak, yine kaybolmak...insan kayboldukca kendini daha cok buluyor sanki, daha iyi anliyor kim oldugunu. Tum kentler yarisa girse benim hanemde Londra kazanirdi birinciligi, uzun yillar yasamak isterdim, kaybolmanin ve hep yeniden bulmanin heyecaniyla.


...Atina, askin sehri...Dertsiz, tasasiz, mutlu ve hep gulumseyen bir kent.

Iowa, Ames...yasadigim kent, eyalet. Bir baska yazinin konusu elbette, miladini henuz doldurmadi zira... simdiki zamani anlatmak zordur bilirsiniz, gecmis ise insan aklinin bir oyunudur yalnizca. Gelecek, belirsizlik, yasanilacak sehirler gibi bulanik ve bir o kadar da merak uyandirici. Simdi gozlerimi kapiyorum, actigimda belki de seni gorurum karsimda, bir baska kentte, bir baska simdiki zamanda...

Monday, July 07, 2008

Geleneklerimiz

Sevgili ulkemin pek sayin SAKINleri,

Az once calismaya calisiyor iken bir gurultu bir patirti kopuverdi. Zira bu gurultu dun gece saat 1 sularinda da guzellik uykumu bolmus beni pek "datli" ruyamdan uyandirivermisti. Peki ne idi memleketim insanini gecenin 1 inde ya da oglenin 2 sinde diyelim bu arabalarin zaten cok sik caldiklarini klaksonlarina deli gibi basmalarinin nedeni...Cok basit, bir nevi sevinc ilani, bencilce bu sevinci bir gurultu esliginde saga sola duyurma cabasi diyelim. Bir veledin kesilen pipisine sevinme, onun "ERRKEK" lige adim atmasini kutsama ve kutlama toreni. "ERRKEK" ligi yuceltme seramonisi, oldu da bitti masallahlari, erkek oglumlari ve veee daha sonra erkektir yaparlari...Bunun sonu yok bilirsiniz, zira bu erkegin "pipi"sini toplumca pek sevmekte, saga sola gostererek gurur duymakta, velakin kadini, ayiplarin, aman kizimlarin, el duyarlarin, kim ne derlerin karanlik dunyasina gommekte kusur bulmayiz. Herrrneyse, bunlar derin mevzular, zira bir yaz sicaginda bunlara dalmaktansa, yeni kesfettigim bir Izmir koyunun serin sorularinda snorkelle dalmayi tercih ederim.


Bir davul zurna, bir kolakson, bagiran cagiran insanlar toplulugu benim bu pek "elitist" olan bunyeme fazla geldi. Simdi bu degerli gelenegimizi ve bir o kadar da gorenegimizi elestirdim ya hemmen bir elitist, burjuva, entel damgasi yapistiriliverir uzerimize. Sevmiyorum kardesim, "Rahatsiz oluyorum", sizin o pek savundugunuz, isinize gelince hayatinizin orta yerine yerlestirdiginiz, gelmeyince de sallanamadiginiz bu "tatli" gelenekleri sevmiyorum iste. Rahatsiz oluyorum, her turlusunden. Bu gurultuden, bu etrafa yaymalardan, ona buna ilan etmelerden, duyurmalardan, gosteristen, abartidan, yapiyormus olmak icin yapilanlardan, milletin gonlu hos olsun diye idare edilen durumlardan, herkesin gonlunu hos etme cabasindan HOSLANmiyorum.

Amma velakin, iste bu mislarin muslarin bir dugum oldugu bir ulkede yasiyoruz/yaslaniyoruz. Ya icindesindir cemberin ya da disinda kalacaksin sendromu. Ne demis pek sevgili sair Murathan Mungan...ya di$indasindir cemberin, ya da icinde yer alacaksin, kendin icindeyken, kafan disindaysa...

Caresi yok kardesim, her aksam boyle icip kederleneceksin...

Biz de en iyisi o kadar uzaklardan gelip sigindigimiz bu kucuk ege kasabasinda careyi ufak bir raki kadehinde arayip demlenelim...

Wednesday, June 25, 2008

Kaygan taslar

Ada uzun zamandir denizi izliyor olmaliydi. Hafif kurumus gozlerini kirpistirdi once. Denizin belli belirsiz dalgalari bir sure onu uzaklara goturmustu. Dusuncelerini toparlamakta gucluk cektigi icin, az once aklindan gecenleri animsayamayacak kadar daginikti. Basini biraz one egip elinde biriktirdigi taslara bakti. Iclerinden en kayganini secti, hafif hafif oksamaya basladi. Bir zamanlar gittigi her yerden topladigi taslar aklina geldi. Guzel taslar. Denizle, ruzgarla, tozla sekillenmis taslar. Simdi kisa bir an o taslari zamanin deviniminden, dunyanin hareketinden koparip evde hapsettigi kucuk kavanozu dusunerek pismanlik duydu. Bir tasa yapilmis en buyuk haksizlikti onu ruzgardan ve denizden uzak tutmak...Elinde bir suredir oksadigi tasi yuzune goturdu, yanaklarinda gezdirdi. Tasin bu kayganligi ona garip bir zevk veriyordu.

Taslik bir deniz kiyisinda oturuyordu Ada. Hafif islak saclari ruzgarla oynuyordu bir yandan. Zaman bir sekilde durmak istese, tam da bu ani secmeliydi. Ada'nin yine kendi kabuguna dondugu ani. Taslarina ve denize dondugu ani...Ada hep bu anda kalmaliydi...