Sunday, November 19, 2006
Turkish Coffee
Monday, October 16, 2006
Bir dogumgunu
Bundan 26 yil once bir ekim gunu, saatler oglen 2 yi gosterirken siyah sacli, cirkin bir kiz cocugu dunyaya gozlerini acmis. Neler hissetmis o an simdi kestirmek guc, ancak cok korkmus olmali ki durmadan aglamis. Geriye de pek gozyasi birakmamis. Yillar bir nehir gibi akmis akmis, kizi iste buraya, su yaziyi yazdigi ana, yani yine bir 16 Ekim gunune getirmis. Digerlerinden farkli olarak kiz cok uzaklarda, zamanin gerisinde yasiyormus o gunu. Kucuk iki katli bir evin, ust katinda, kapali bir gokyuzunun altinda, hizla gecen zamani ve yasadigi herhangi bir seyin bir daha asla aynisini yasayamayacagini dusunuyormus.
Bu kizin her dogumgununde mutsuz olma gibi bir luksu varmis, gune kotu baslar, kotu bitirirmis. O gun olabildigine huzunlu, depresif ve mutsuz olurmus, belki bundan garip bir keyif alirmis. Kiz cunku hep gulumsermis, ne yasarsa yasasin bir sekilde ustesinden gelebilecegini dusunurmus, belki de bellegi zayifmis, yasadiklarina degil, yasamadiklarina odaklanirmis, bilmediklerine, gelecege...
ve zaman kiza aldirmadan devam edermis...
...ask halinde geçsin bu fani ömrüm
hülyalı bir sarhoş kadar bulutlu
"ben ben miyim, değil mi" suali olmasın
kendi sokaklarında kıblesiz yolcu
bir ayaz vursun da tenim duyayım
kör olsun karanlık cevrin bileyim
bir şenlik bahçesinde oyun dizeyim
devri devran içinde mihmandar hanci...
Metin-Kemal Kahraman
Bu kizin her dogumgununde mutsuz olma gibi bir luksu varmis, gune kotu baslar, kotu bitirirmis. O gun olabildigine huzunlu, depresif ve mutsuz olurmus, belki bundan garip bir keyif alirmis. Kiz cunku hep gulumsermis, ne yasarsa yasasin bir sekilde ustesinden gelebilecegini dusunurmus, belki de bellegi zayifmis, yasadiklarina degil, yasamadiklarina odaklanirmis, bilmediklerine, gelecege...
ve zaman kiza aldirmadan devam edermis...
...ask halinde geçsin bu fani ömrüm
hülyalı bir sarhoş kadar bulutlu
"ben ben miyim, değil mi" suali olmasın
kendi sokaklarında kıblesiz yolcu
bir ayaz vursun da tenim duyayım
kör olsun karanlık cevrin bileyim
bir şenlik bahçesinde oyun dizeyim
devri devran içinde mihmandar hanci...
Metin-Kemal Kahraman
Tuesday, October 10, 2006
Wednesday, October 04, 2006
Nasilsin?

Bugun morum, ozgurum ve asiyim. Bugun kirilmis kelepce, kesilmis parmaklik ve yikilmis divarim. En ozgur mavime en asisinden birkac ton kirmizi kattim, bugun baskaldiriyim, itaatsizim. Devrimim, mucadeleyim ve azili bir isyankarim. Bugun butun sinirlarimi yok ettim, butun kurallari kaldirdim, butun yasalari cignedim, butun inanclari yiktim, bana yuklenen butun anlamlardan siyrildim. Bugun butun mektuplarimi, fotograflarimi, notlarimi, tuttugum defterleri ve okudugum kitaplari toplayip yaktim. Mor bir duman yukselirken sonmus, kor olmus gecmisimden, arkama bakmadan uzaklastim. Elimde mor boyamla, tum gelecegi boyamaya koyuldum.
Sunday, October 01, 2006
Nasilsin?

Bugun kirmiziyim, ates kirmizisi gibi, icine birkac damla kan akitilmis. Tehlikeliyim, saldirganim ve dusmanim. Bir boga gibi ne yone bakacagimi sasirmis halde, surekli tetikteyim. Kizginim, kirginim ve yaraliyim. Yaralarimi kanatiyor, kabuk tutmasini engelliyorum. Bugun kirmizi, asi ve yirticiyim. Icimde, derinlerde degil ama hemen yuzeyde bir ates topu sakliyorum, sicagim. Bugun gecmisteyim, gecmisin tum acilari, kizginliklari ve kirginliklarini akitiyorum terimden, gozyasimdan ve nefesimden. Kirmiziyim, atesle, arzuyla dansedilen bir tangoyum, cingeneyim ve en uslanmazindan bir deliyim.
Wednesday, September 27, 2006
Tuesday, September 26, 2006
jai guru de va om
“jai guru de va om”
(designed by evrim ©)
Words are flying out like endless rain into a paper cup
They slither while they pass They slip away across the universe
Pools of sorrow waves of joy are drifting through my open mind
Possessing and caressing me
Jai guru deva om
Nothings gonna change my world
(Lyrics of the song "Across the Universe" by Beatles)
Friday, September 15, 2006
Nasilsin?
Nasilsin?
Bugun maviyim, gokyuzu gibi, hani acik mavi gokyuzu...Bulutsuz, sonsuz ve tertemiz. Bugun mavi gibi acik, ozgur ve sadeyim. Bugun maviyim, eylul mavisiyim, dertsiz, tasasizim. Salt bugundeyim, ne oncesinde, ne sonrasinda, ama simdideyim.
Nasilsin?
Bugun kirmiziyim, ates kirmizisi gibi icine birkac damla kan akitilmis. Tehlikeliyim, saldirganim ve dusmanim. Bir boga gibi ne yone bakacagimi sasirmis halde, surekli tetikteyim. Kizginim, kirginim ve yaraliyim. Yaralarimi kanatiyor, kabuk tutmasini engelliyorum. Bugun kirmizi, asi ve yirticiyim. Icimde, derinlerde degil ama hemen yuzeyde bir ates topu sakliyorum, sicagim. Bugun gecmisteyim, gecmisin tum acilari, kizginliklari ve kirginliklarini akitiyorum terimden, gozyasimdan ve nefesimden. Kirmiziyim, atesle, arzuyla dansedilen bir tangoyum, cingeneyim ve en uslanmazindan bir deliyim.
Nasilsin?
Nasil miyim? Bugun griyim. Yagmur bulutuyum, yoksul bir evin bacasindan soguk bir kis gecesine suzulen dumanim. Bugun griyim, is kokuyorum, biraz da islak toprak. Bugun ellerim pis, dokundugum her yeri kirletiyorum, gectigim her yerde ayak izim kaliyor, izleniyorum. Bugun gri ve yorgunum. Bugun, simdi, su an, sabaha karsi besim. Dort ton siyahima bir ton beyaz katilmis, en koyusundan bir sabaha karsiyim, usulca yagmayi bekliyorum. Kimse gelmesin, gormesin beni, merdiven altina saklanmis, ellerini dizlerine kavusturmus mutsuz bir oglan cocuguyum. Uzgunum...
Nasilsin?
Bugun turuncuyum. Icim icime sigmiyor, agiz dolusu guluyorum. Dunyadaki butun sarkilari soyleyebilir, tum danslari yapabilir, butun kitaplari okuyabilirim. Bugun kumsalda dalgalarla oynayan bir kum tanesiyim. Soguk, buzlu limonatayim, muzlu dondurmayim, ve en az hizli bir afrika melodisi kadar hareketliyim. Bugun turuncuyum, dokundugum yeri guzellestiriyor, icini kipirdatiyorum. Bugun durmadan bagimlilik yapiyorum, vazgecilmezim.
Nasilsin?
Bugun siyahim, eteklerinde yildizlar tasiyan, ay tacli bir gece prensiyim. Karanlik ve gorunmezim. Dokundugum her seyi karartiyor, siyahimda boguyorum. Bugun geceyim, bilinmezim, gizemim ve sakliyim. Korku ve endiseyim. Kabusum, karabasanim, yurekleri sikistiran kalp carpintisiyim. Mektupla gelen kotu haberim, azrailim, olumum. Bugun matemim, yurege saplanmis yumruyum, hickirigim ve en yakicisindan bir zilgitim. Iyilesmeyen bir hastaligim. Bugun zamansizim, gecmisin karanligini gelecege yansitirken ve gelecegi karartirken, ben hep kara, kapkara, komur karasiyim.
Bugun maviyim, gokyuzu gibi, hani acik mavi gokyuzu...Bulutsuz, sonsuz ve tertemiz. Bugun mavi gibi acik, ozgur ve sadeyim. Bugun maviyim, eylul mavisiyim, dertsiz, tasasizim. Salt bugundeyim, ne oncesinde, ne sonrasinda, ama simdideyim.
Nasilsin?
Bugun kirmiziyim, ates kirmizisi gibi icine birkac damla kan akitilmis. Tehlikeliyim, saldirganim ve dusmanim. Bir boga gibi ne yone bakacagimi sasirmis halde, surekli tetikteyim. Kizginim, kirginim ve yaraliyim. Yaralarimi kanatiyor, kabuk tutmasini engelliyorum. Bugun kirmizi, asi ve yirticiyim. Icimde, derinlerde degil ama hemen yuzeyde bir ates topu sakliyorum, sicagim. Bugun gecmisteyim, gecmisin tum acilari, kizginliklari ve kirginliklarini akitiyorum terimden, gozyasimdan ve nefesimden. Kirmiziyim, atesle, arzuyla dansedilen bir tangoyum, cingeneyim ve en uslanmazindan bir deliyim.
Nasilsin?
Nasil miyim? Bugun griyim. Yagmur bulutuyum, yoksul bir evin bacasindan soguk bir kis gecesine suzulen dumanim. Bugun griyim, is kokuyorum, biraz da islak toprak. Bugun ellerim pis, dokundugum her yeri kirletiyorum, gectigim her yerde ayak izim kaliyor, izleniyorum. Bugun gri ve yorgunum. Bugun, simdi, su an, sabaha karsi besim. Dort ton siyahima bir ton beyaz katilmis, en koyusundan bir sabaha karsiyim, usulca yagmayi bekliyorum. Kimse gelmesin, gormesin beni, merdiven altina saklanmis, ellerini dizlerine kavusturmus mutsuz bir oglan cocuguyum. Uzgunum...
Nasilsin?
Bugun turuncuyum. Icim icime sigmiyor, agiz dolusu guluyorum. Dunyadaki butun sarkilari soyleyebilir, tum danslari yapabilir, butun kitaplari okuyabilirim. Bugun kumsalda dalgalarla oynayan bir kum tanesiyim. Soguk, buzlu limonatayim, muzlu dondurmayim, ve en az hizli bir afrika melodisi kadar hareketliyim. Bugun turuncuyum, dokundugum yeri guzellestiriyor, icini kipirdatiyorum. Bugun durmadan bagimlilik yapiyorum, vazgecilmezim.
Nasilsin?
Bugun siyahim, eteklerinde yildizlar tasiyan, ay tacli bir gece prensiyim. Karanlik ve gorunmezim. Dokundugum her seyi karartiyor, siyahimda boguyorum. Bugun geceyim, bilinmezim, gizemim ve sakliyim. Korku ve endiseyim. Kabusum, karabasanim, yurekleri sikistiran kalp carpintisiyim. Mektupla gelen kotu haberim, azrailim, olumum. Bugun matemim, yurege saplanmis yumruyum, hickirigim ve en yakicisindan bir zilgitim. Iyilesmeyen bir hastaligim. Bugun zamansizim, gecmisin karanligini gelecege yansitirken ve gelecegi karartirken, ben hep kara, kapkara, komur karasiyim.
Monday, September 11, 2006
Mucizevi Mandarin
ahhhh Asli Erdogan...
Asli Erdogan'in Mucizevi Mandarin adli oyku kitabindan bir mandarinin oykusu...
"Yaşlı ve çirkin bir mandarin, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş. Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık hem de işinin ehliymiş. Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar bu zayıf, çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler, ama en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş. Sonunda korkup kaçmışlar. Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına sevişmek istemiş. Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gel gelelim güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş, dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş."
Aslı Erdoğan, Mucizevi Mandarin
Asli Erdogan'in Mucizevi Mandarin adli oyku kitabindan bir mandarinin oykusu...
"Yaşlı ve çirkin bir mandarin, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş. Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık hem de işinin ehliymiş. Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar bu zayıf, çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler, ama en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş. Sonunda korkup kaçmışlar. Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına sevişmek istemiş. Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gel gelelim güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş, dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş."
Aslı Erdoğan, Mucizevi Mandarin
Sunday, September 10, 2006
Yagmur
ah yagmur
once bir, iki, burnumun ucuna, saclarima, koluma dokundular damlalar. Digerlerine haber saldilar sonra, toplanip uzerime saldirdilar, kacamadim. Anneleri kocaman gri bir buluttu, dogum sancisi ceken, cektikce buyuk gurultuler cikarak, siksekler cakan. Damlalarini yeryuzune dondermek icin kisa araliklarla, cigliklarla gurluyordu. Her bir yavrusunu asagidaki kizin islanmamis yerlerine gondermeye ozen gostererek. Damlalarla temizlemek icin, damlalari cogaltmak icin. Kiz, yani ben, yani o, uzun sure yerinden kipirdayamadi, kirpiklerinin arasindan suzulen damlalari seyretti; salina salina yere dususlerini, dusup de bir akintiya birakislarini kendilerini. Damla olmak istedi o an, yagmak istedi, yagip da kaybolmak, su olmak, birikinti olup bir yer catlagina sizmak istedi. bir cicegin yapragindan suzulup topragina sarilmak istedi, sarilip kaybolmak. Ama yapamadi, islandi, o islandikca bulut anne daha cok ciglik atti, daha cok dogurdu.
Kiz sonra aglamaya basladi, damlalarin annesiydi simdi, tuzlu damlalari hissettikce daha cok agladi, agladi, agladi, kendi gozyasi yagmura karisti, gol oldu, yuzmeye basladi, uzun uzun yuzdu, uzaklara, cok uzaklara gitti...
once bir, iki, burnumun ucuna, saclarima, koluma dokundular damlalar. Digerlerine haber saldilar sonra, toplanip uzerime saldirdilar, kacamadim. Anneleri kocaman gri bir buluttu, dogum sancisi ceken, cektikce buyuk gurultuler cikarak, siksekler cakan. Damlalarini yeryuzune dondermek icin kisa araliklarla, cigliklarla gurluyordu. Her bir yavrusunu asagidaki kizin islanmamis yerlerine gondermeye ozen gostererek. Damlalarla temizlemek icin, damlalari cogaltmak icin. Kiz, yani ben, yani o, uzun sure yerinden kipirdayamadi, kirpiklerinin arasindan suzulen damlalari seyretti; salina salina yere dususlerini, dusup de bir akintiya birakislarini kendilerini. Damla olmak istedi o an, yagmak istedi, yagip da kaybolmak, su olmak, birikinti olup bir yer catlagina sizmak istedi. bir cicegin yapragindan suzulup topragina sarilmak istedi, sarilip kaybolmak. Ama yapamadi, islandi, o islandikca bulut anne daha cok ciglik atti, daha cok dogurdu.
Kiz sonra aglamaya basladi, damlalarin annesiydi simdi, tuzlu damlalari hissettikce daha cok agladi, agladi, agladi, kendi gozyasi yagmura karisti, gol oldu, yuzmeye basladi, uzun uzun yuzdu, uzaklara, cok uzaklara gitti...
Saturday, September 09, 2006
bir varmis bir yokmus
Enfes bir kitap okuduktan sonra aldigim hazzi tarif edemem sayin blogcular. Ama bir deneyeyim, betimlemeler vereyim, tarifler sunayim, zihnimi zorlayayim. Cok lezzetli bir yemegi yavas yavas yerken ve dilinizin her bir tad alma hucresine yemegin acisinin, tuzunun, sekerinin ya da baharatinin bir cumbus icinde, harmanlasmis halde yayilmasi gibi. Lokmayi yuttuktan sonra bile bir sure etkisini yitirmeyen, yasanan haz anlarini daha sonra hatirlatan bir lezzet. Her bir lokmada yeni suprizlere gebe, mide artik kabul etmese de, doyum sinyalleri coktan beyne ulassa da bu hazzi devam ettirme cabasi. Olmadi mi, bir de soyle deneyeyim:
Ilik, ne cok sicak ne cok soguk bir havada denize uzanmis yatiyorsunuz. Deniz hafif kaldirmis sizi, ama bedenin yarisi icerde gibi; hafif dalgalarla sallaniyor. Yukarida eylul gunesi acik mavi bir gokyuzunde saliniyor rahatsiz etmeden. Deniz suyu ilik, her dalgada bedenin disarida olan bolumlerini bir sureligine kapatip, tatli tatli isitiyor. Kulaklariniz denizin icinde, hafif bir ugultuyu dinliyor ve denizden gelen sesleri. Kimi zaman uzaktaki bir teknenin denizin altindaki ugultulu ve uzak sesini. O anda denizde salinan bedeniniz kendini kaptiriyor bu sakin ahenge, hic bitmese diyorsunuz, biraksalar sonsuza kadar salinabilirsiniz.
Edebiyat, baska dunyalar gorme cabasi, bir zihin savasi, gizeme olan sevda, bolinmeyene yolculuk, zamani yitirme, zamani kavrama, doyum tad ve haz ucgeni, ugultular, sesler, gurultuler ve fisiltilar dunyasi, dogayi, insani, nesneyi, hersyeden ote insanin kendini anlama cabasi.
Bir varmis bir yokmus...
Iyiler kotu, kotuler iyiymis
Dogrular yanlis, yanlislar dogruymus
Kucuk bir kiz ilk kitabini almis eline
Okumus, okumus, okumus
Iyi, kotu, dogru, yanlis yok olmus
Geriye bir tek gecmis ve gelecek kalmis
(Elif Safak'in "Baba ve Pic" romanindan esinlenerek...)
Ilik, ne cok sicak ne cok soguk bir havada denize uzanmis yatiyorsunuz. Deniz hafif kaldirmis sizi, ama bedenin yarisi icerde gibi; hafif dalgalarla sallaniyor. Yukarida eylul gunesi acik mavi bir gokyuzunde saliniyor rahatsiz etmeden. Deniz suyu ilik, her dalgada bedenin disarida olan bolumlerini bir sureligine kapatip, tatli tatli isitiyor. Kulaklariniz denizin icinde, hafif bir ugultuyu dinliyor ve denizden gelen sesleri. Kimi zaman uzaktaki bir teknenin denizin altindaki ugultulu ve uzak sesini. O anda denizde salinan bedeniniz kendini kaptiriyor bu sakin ahenge, hic bitmese diyorsunuz, biraksalar sonsuza kadar salinabilirsiniz.
Edebiyat, baska dunyalar gorme cabasi, bir zihin savasi, gizeme olan sevda, bolinmeyene yolculuk, zamani yitirme, zamani kavrama, doyum tad ve haz ucgeni, ugultular, sesler, gurultuler ve fisiltilar dunyasi, dogayi, insani, nesneyi, hersyeden ote insanin kendini anlama cabasi.
Bir varmis bir yokmus...
Iyiler kotu, kotuler iyiymis
Dogrular yanlis, yanlislar dogruymus
Kucuk bir kiz ilk kitabini almis eline
Okumus, okumus, okumus
Iyi, kotu, dogru, yanlis yok olmus
Geriye bir tek gecmis ve gelecek kalmis
(Elif Safak'in "Baba ve Pic" romanindan esinlenerek...)
Friday, September 01, 2006
Amerika ve ev ozlemi
Sevgili blogcularim
Yaklasik 10 gun once doktorami yapmak uzere bir sureligine Amerika'ya goc etmis bulunmaktayim. Tubitak sponsorlugunda yapacagim doktora egitimim suresince Amerika'nin guzide eyaletlerinden biri olan Iowa da yasayacagim, yasamakla kalmayip Iowa State Universitesi'de doktora yapacagim. Uzun ve acili bir surece girmis bulunmaktayim, elbette farkindayim, ancak bu farkindaligimin farkina henuz varamamis oalcagim ki, henuz bir hafta gecmis olmasina ragmen aylar gecmis gibi gelmekte ve elbet biraz da 'homesick' yani ev ozlemi cekmekteyim. Ancak sanki ev ozlemi pek da anlatmiyor bu hissi, homesick daha da uygun gibi. Yani bir nevi hastalik gibi birsey bu. Alistikca zamanla gecen, ama onceleri cok can yakan, neden geldim sorusunu yuzlerce kez sorduran ve buradaki herseyden, herkesden muthis uzaklastiran. Elbette zaman insani da bu duruma alistirarak hizla geciyor.
Bazen Amerika'da oldugumu bilmek garip geliyor. Insan ne cok sey bildigini dusunuyor buraya gelmeden once. Ne cok seyi bilmedigini farkediyor sonra. Buradaki hizli yasama ayak uydurmaya calisirken bir yandan da her isi nasil bu kadar cabuk ve cilesiz halledildigine sasiyor. gurultu ve kalabaliga aliskinken, sokaklarin bos olmasina anlam veremiyor, ve surekli kendini nerede bu kadar insan sorusunu sorarken buluyor.
Sayin okuyucum buyuk buyuk supermarketlerde gecen uzun bir hafta sonunda ne kac paradir nerde ucuzdur gibi konulara az cok hakim oldum sanirim. Odama aldigim masayi insa etmek icin 8 saat boyunca tornavida cevirdim, ornegin iyi bir yatak fiyatinin 250 dolardan basladigini, yiyecek, giyecek ve ev esyalarin kesinlikle Turkiye'den cok cok ucuz ve cesitli olduklarini bizzat tecrube ettim. Uzaklara gidip gorduklerini boburlenrek anlatanlardan degilimdir, olmamaya calisirim, ancak yurtdisina cikan her yurdum insani gibi surekli bir karsilastirmanin icinde buluyor insan kendini ki, bu kacinilmaz. Bu arada hakikaten var misiniz, yani okuyor musunuz burayi, yazdiklarimi. Oyleyse hemen simdi sayfayi kapatin, bir daha da acmayin, bu cumleden sonrasini okumayin, durun. Okuyorsunuz, durduramiyorsunuz degil mi, merak pesinde surukluyor sizi. Bilinmeyenin dayanilmaz cazibesi, beraberinde getirecekleri...Iste bu merak sayin blogcularim, bu bilinmeyen meraki belki de pesinde surukledi getirdi beni buralara, daha iyi olabilme cabasi, yuzlerce kilometre astirdi, zamanda 8 saat geriye goturdu. Simdi mi? Ne mi yapiyorum? Ozlemek disinda, ders calisiyorum, bir suru amerikaliyla tanisip sonra adlarini unutuyorum, surekli siritiyorum, surekli kosturuyorum, derdimi anlatmaya calisiyorum, farkli yiyecekler deneyip her seferinde bir daha yememeye karar veriyorum, buyuk supermarketlerde vakit olduruyorum, Turk yemekleri yapiyorum evde, Turkiye'den herkesle iletisim kuruyorum, saatlerce konusuyorum, Amerikali' lara espri yapiyorum, esprilerine guluyorum, yolda karsilastigim herkese siritiyorum sonra uzun uzuuuuun susuyorum.
Yaklasik 10 gun once doktorami yapmak uzere bir sureligine Amerika'ya goc etmis bulunmaktayim. Tubitak sponsorlugunda yapacagim doktora egitimim suresince Amerika'nin guzide eyaletlerinden biri olan Iowa da yasayacagim, yasamakla kalmayip Iowa State Universitesi'de doktora yapacagim. Uzun ve acili bir surece girmis bulunmaktayim, elbette farkindayim, ancak bu farkindaligimin farkina henuz varamamis oalcagim ki, henuz bir hafta gecmis olmasina ragmen aylar gecmis gibi gelmekte ve elbet biraz da 'homesick' yani ev ozlemi cekmekteyim. Ancak sanki ev ozlemi pek da anlatmiyor bu hissi, homesick daha da uygun gibi. Yani bir nevi hastalik gibi birsey bu. Alistikca zamanla gecen, ama onceleri cok can yakan, neden geldim sorusunu yuzlerce kez sorduran ve buradaki herseyden, herkesden muthis uzaklastiran. Elbette zaman insani da bu duruma alistirarak hizla geciyor.
Bazen Amerika'da oldugumu bilmek garip geliyor. Insan ne cok sey bildigini dusunuyor buraya gelmeden once. Ne cok seyi bilmedigini farkediyor sonra. Buradaki hizli yasama ayak uydurmaya calisirken bir yandan da her isi nasil bu kadar cabuk ve cilesiz halledildigine sasiyor. gurultu ve kalabaliga aliskinken, sokaklarin bos olmasina anlam veremiyor, ve surekli kendini nerede bu kadar insan sorusunu sorarken buluyor.
Sayin okuyucum buyuk buyuk supermarketlerde gecen uzun bir hafta sonunda ne kac paradir nerde ucuzdur gibi konulara az cok hakim oldum sanirim. Odama aldigim masayi insa etmek icin 8 saat boyunca tornavida cevirdim, ornegin iyi bir yatak fiyatinin 250 dolardan basladigini, yiyecek, giyecek ve ev esyalarin kesinlikle Turkiye'den cok cok ucuz ve cesitli olduklarini bizzat tecrube ettim. Uzaklara gidip gorduklerini boburlenrek anlatanlardan degilimdir, olmamaya calisirim, ancak yurtdisina cikan her yurdum insani gibi surekli bir karsilastirmanin icinde buluyor insan kendini ki, bu kacinilmaz. Bu arada hakikaten var misiniz, yani okuyor musunuz burayi, yazdiklarimi. Oyleyse hemen simdi sayfayi kapatin, bir daha da acmayin, bu cumleden sonrasini okumayin, durun. Okuyorsunuz, durduramiyorsunuz degil mi, merak pesinde surukluyor sizi. Bilinmeyenin dayanilmaz cazibesi, beraberinde getirecekleri...Iste bu merak sayin blogcularim, bu bilinmeyen meraki belki de pesinde surukledi getirdi beni buralara, daha iyi olabilme cabasi, yuzlerce kilometre astirdi, zamanda 8 saat geriye goturdu. Simdi mi? Ne mi yapiyorum? Ozlemek disinda, ders calisiyorum, bir suru amerikaliyla tanisip sonra adlarini unutuyorum, surekli siritiyorum, surekli kosturuyorum, derdimi anlatmaya calisiyorum, farkli yiyecekler deneyip her seferinde bir daha yememeye karar veriyorum, buyuk supermarketlerde vakit olduruyorum, Turk yemekleri yapiyorum evde, Turkiye'den herkesle iletisim kuruyorum, saatlerce konusuyorum, Amerikali' lara espri yapiyorum, esprilerine guluyorum, yolda karsilastigim herkese siritiyorum sonra uzun uzuuuuun susuyorum.
Friday, July 28, 2006
www.balanuye.net
Pek muhterem blog okuyucularım. Biliyorum her yazımı sabırsızlıkla bekliyorsunuz, nacizane sizleri haketmeye çalışıyorum efem ama işte tez işleri vs derken yine yeniden karşınızdayım. Tükendim, bittim, yoruldum ama herşey rayına oturmak üzere, sormayın çok sıkıntılı günler atlattım. Ama işte şeftali yemenin en keyifli tarafı çekirdeklerine ulaşıp onu kemirdiğiniz andır ya, işte ben de atlattım sayılır, tadına varmak üzereyim hayatın, kemirmeye başladım bile. Neyse laf ebeliği aldı başını gidiyor, asıl amacıma döneyim, anılarımı bir ara paylaşırım sizlerle uç uç böceklerim.
Şimdi mühim bir haber vermek zorundayım size. Efendim benim bir yaşam koçum var, kendilerine para da ödemiyorum ayrıca. Dünyaya şaşı gözlerle baktığım sıralarda yaşamıma girmiş, o gün bugündür bıkmadan usanmadan bana birşeyler öğretmeye devam eden sevgili Çetin Balanuye'den bahsetmekteyim. Kendileri uzun uğraşlar sonucu bir web sitesi edinmiş durumda. Güzel güzel akademik çalışmalarını ve diğer yazılarını o siteden paylaşmakta. Aaaa ben ne güne duruyorum dedim, sizi forward ediyorum efem www.balanuye.net'e. Dr. Çetin bundan kelli benim blog kardeşimdir, tiz yazıları okuna, akıllara takılan bişe olursa iletişime geçile. Ben bi ara kendisinden komisyonumu tavukçuda alırım, rica ederim.
Şimdi mühim bir haber vermek zorundayım size. Efendim benim bir yaşam koçum var, kendilerine para da ödemiyorum ayrıca. Dünyaya şaşı gözlerle baktığım sıralarda yaşamıma girmiş, o gün bugündür bıkmadan usanmadan bana birşeyler öğretmeye devam eden sevgili Çetin Balanuye'den bahsetmekteyim. Kendileri uzun uğraşlar sonucu bir web sitesi edinmiş durumda. Güzel güzel akademik çalışmalarını ve diğer yazılarını o siteden paylaşmakta. Aaaa ben ne güne duruyorum dedim, sizi forward ediyorum efem www.balanuye.net'e. Dr. Çetin bundan kelli benim blog kardeşimdir, tiz yazıları okuna, akıllara takılan bişe olursa iletişime geçile. Ben bi ara kendisinden komisyonumu tavukçuda alırım, rica ederim.
Friday, May 12, 2006
Bir ihtimal daha var, o da ölmek
Uzun zamandır yolda olmalıydı. Önceleri kalabalık bir caddede ilerlerken, tanıdık arkadaşlarla selamlaşırken, sağlı sollu ağaçların, çalılıkların sıralandığı bir yolda yürür buldu kendini. Şimdi bir şimşek çaksa, yanımdaki ağaç devrilse, kafamı ezse diye düşündü. Mümkün değil, olamazdı, kafası ezildiğinde korkunç bir görüntü bekliyor olacaktı onu bulanları. Yardımsever insanların midelerini bulandırmak istemezdi. Hava hafif kararmaya başlamış, kendi deyimiyle grileşmişti heryer. Karşıdan gelen arabayı sesinden tanıdı. Beyaz eski bir Anadol. Şimdi bu eski ve yorgun Anadol -hiç hali yok aslında yavaş yavaş yavaş ilerliyor- birden freni patlasa, önce ön tekerleri kollarının üzerinden gecse, sonra ağır arka tekerleri tam göğsünün üzerinden geçerken kalbini sıkıştırsa ve durdursa. Çok klasik bir senaryoydu, klasik bir ölüm biçimi, daha yaratıcı oolmalıydı. Anadol seçimi de yanlış olabilirdi. Yürümeye devam etti, grilik gittikçe artıyor, ortalığı kaplayan sisle 1 metre ötesini ancak görebiliyordu. Sisli bir havada ölmek, çok gizemli, çok heyecanlı olurdu. Birden tanımlayamayacağı bir hayvan çıkıverdi önüne, bir pençesini yüzüne savurdu, tırnaklarının açtığı yaralardan kanlar fışkırmaya başladı, daha sonra korkunç hayvan onu yemek üzere üstüne atladı, bilincini kaybetti. Güzel bir ölüm şekli olabilir diye düşündü, hem besin zincirine de bir faydası olacaktı, bir yem olup, hayvan, tarafından sindirilecek, kötü kokulu bir dışkı olup çiçek tohumlarını besleyecek, sonra da küçük güzel bir papatyaya can verecekti. Çok romantik oldu sonu, bunu da beenmedi, yoluna devam etti. Uzaklardan gelen hortumun sesini duyar gibi oldu, hortumun herhalde uğultulu bir sesi olmalıydı, bilemiyordu, hortum önüne çıkan herşeyi içine alarak ona doğru ilerliyordu, ayakta duramaz hale geldiğinde kendini hortumun içinde buldu. Yalnız değildi, bir sürü hayvan, insan, çer çöp hortumun içinde dönerek yolculuk ediyordu. Bu hızda, bu gürültüyle dönerken kimseyle muhabbet etmek mümkün değildi, ayrıca ölmek için kafasına birşeyin çarpmasını bekleyecekti. Sıkıldı, yoruldu. Yol kenarına oturup bir sigara yaktı, karnı da iyice acıkmıştı, tam yanında zehirli olması gereken bir mantar gördü, yesem, zehirlensem ve tatlı bir uykuya dalsam diye düşünürken, sonrasında tatsız birşey yiyerek ölmenin gereksiz olduğunu düşündü. Vişneli cheese cake yiyerek örneğin, zehirlenmek en güzeli olurdu. Mantarı boşverip yanındaki güzel papatyayı kopardı, ağzına attı, büyük bir keyifle çiğnedi. Bir yandan yürürken bir yandan papatyaya hayat veren zinciri düşündü. Yüzünde anlaşılmaz, garip bir gülümseme vardı.
Thursday, April 27, 2006
Alış-Veriş
1. gün
Uzun, karmaşık bir liste tutuşturdular eline, alışveriş listesi. Alınacak bir sürü şey, gerekli, gereksiz, tüketilmeye şimdiden hazır. Ne zaman alışverişe çıkacak olsa aklından alacaklarının biteceği, modasının geçeceği, çürüyeceği ya da bir gün ya yok olacakları ya da artık kullanılmaz olacakları fikri geçer. Sonra herşey anlamsız gelir, bu anlamsızlık her hücresine yayılanbir üşengeçliğe dönüşür sonra, kolunu kıpırdatacak hali kalmaz, ama olması gereken, gerektiği bilinen, onaylanan şimdi kalkıp yola koyulması, listedekileri eksiksiz almasıdır. Alış-Veriş, bir alma ve verme eylemi, önce bir “şey” alma daha sonra bir “şey” verme. Ya da tam tersi. Ve bu iki şeyin çoğunlukla birbirine denk olması, ya da denk olduğunun iki eylemi de gerçekleştirme adına o anlık kabul edilmesi, razı olunması da diyelim. Yoksa alınan “şey” verilen “şey” den daha değerli olabilir, verdiğimiz şey onu haketmeyebilir. Ya da daha çoğunu verebiliriz. Biz şimdilik denk olduklarını düşünüp onu alışverişe gönderelim. Ama almak için vermesi gerekenleri de cebine koymayı unutmayalım, kontrol edelim, sağlamasını yapalım.
Alışveriş listesi:
27 Nisan 2006-23:27
Alınacaklar: Zaman
Verilecekler: Uyku, Sırt ağrısı, Göz yanması
Uzun, karmaşık bir liste tutuşturdular eline, alışveriş listesi. Alınacak bir sürü şey, gerekli, gereksiz, tüketilmeye şimdiden hazır. Ne zaman alışverişe çıkacak olsa aklından alacaklarının biteceği, modasının geçeceği, çürüyeceği ya da bir gün ya yok olacakları ya da artık kullanılmaz olacakları fikri geçer. Sonra herşey anlamsız gelir, bu anlamsızlık her hücresine yayılanbir üşengeçliğe dönüşür sonra, kolunu kıpırdatacak hali kalmaz, ama olması gereken, gerektiği bilinen, onaylanan şimdi kalkıp yola koyulması, listedekileri eksiksiz almasıdır. Alış-Veriş, bir alma ve verme eylemi, önce bir “şey” alma daha sonra bir “şey” verme. Ya da tam tersi. Ve bu iki şeyin çoğunlukla birbirine denk olması, ya da denk olduğunun iki eylemi de gerçekleştirme adına o anlık kabul edilmesi, razı olunması da diyelim. Yoksa alınan “şey” verilen “şey” den daha değerli olabilir, verdiğimiz şey onu haketmeyebilir. Ya da daha çoğunu verebiliriz. Biz şimdilik denk olduklarını düşünüp onu alışverişe gönderelim. Ama almak için vermesi gerekenleri de cebine koymayı unutmayalım, kontrol edelim, sağlamasını yapalım.
Alışveriş listesi:
27 Nisan 2006-23:27
Alınacaklar: Zaman
Verilecekler: Uyku, Sırt ağrısı, Göz yanması
Tuesday, April 18, 2006
Gitmek
GİTMEK...Bugünlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara... Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey...Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Her şeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor. Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor. Böyle gidiyor işte. Bir yanımız ''kalk gidelim'',öbür yanımız "otur'' diyor. "Otur" diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... En kötüsü alışkanlık. Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. Kalıyoruz.Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.Evlenmeler...Bir çocuk daha doğurmalar... Borçlara girmeler... İşi büyütmeler...Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.Misal, ben... Kapiıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirden gitmek,iki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki... Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında. Herkes onu, o herkesi seviyor. Hangi birimizle gitsin? ''Sırtında yumurta küfesi olmak'' diye bir deyim vardır; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatımız küfeler. Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım. İnadına kök salmak lazım. Bari ufak kaçıslar yapabilsek. Var tabii yapanlar. Ama az. Sadece kaymak tabakası. Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa. Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek. Ne mümkün. Sabah 09.00, aksam 18.00. Sonra başka mecburiyetler. Sıkışıp kaldık. Sırf yeme, içme, barınmanin bedeli bu kadar ağır olmamalı. Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığı bir ömür yani. Ne saçma. Bahar midir bizi bu hale getiren? Galiba. Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim. Gittiğim olmadı hiç. Ama olsun...İstemek de güzel
Can Yücel
Can Yücel
Thursday, March 09, 2006
Dinlerken...


Isobel Campbell&Mark Lanegan-Ballads of the Broken Seas: Campbell ve Lanegan ortak çalışması. Kalın ama duygu yüklü bir erkek sesine, yumuşacık bir kadın sesi eklenmiş, gitar melodileri, keman nağmeleri ile uykuya dalmadan az önce dinlenebilecek müzik türlerinden. Ya çok güzel uyursunuz, ya da müziğin keyfinden uyguya dalamazsınız.

Feist-Let it Die (2004) Kanadalı şarkıcı ve söz yazarı Feist’in ikinci albümü Let it Die. Jazz- bossa nova ve indie rock karışımı. Albüm 2004 yılında Canada’da fırtınalar koparmış, yılın en iyi alternatif albümü seçilmiş. Gatekeeper, Let it Die, When I was a Young Girl parçaları Feist’in muhteşem sesiyle alışkanlık yapıyor, dinlemeden duramıyorsunuz.
Wednesday, March 08, 2006
Derken...
Zührevi Hastalıklar: Burda zührevi hastalıklar derken cinsel yolla bulaşan hastalıklar kastediliyor. Zührevi sözcüğünün kökü “zühre” den geliyor. Yani arapçada “venüs”, “çoban yıldızı” ya da “sabah yıldızı”. Bu sözcüğün İngilizcesi “venereal”. Venereal sözcüğü de kökünü latincede venüs demek olan “Veneris”ten alıyor. Veneris, Venüs adının iyelik eki almış hali. Yani her iki durumda da aşk tanrıçasına bir gönderme var.
Uğrun Uğrun: Acem kızı türküsünde "Uğrun uğrun gaş altından bakınca, can telef ediyon, gül, acem gızı" bölümü vardır. Uğrun uğrun kaş altından nasıl bakılır? Uğrun “gizlice” demek. Yani acem kızının gözleri kaşın altından gizli gizli bakar.
Karun gibi zengin olmak: Zenginler zengini, para delisi meşhur Lidya kralıdır. (Lidya Anadolu’da İzmir ve Manisa dolaylarında kurulmuş eski bir uygarlıktır. ) Karun’un Yunanca karşılığı da Crousus’tur, bu da o dilde çok zengin anlamına gelir. İngilizce de de “rich as Croesus" or "richer than Croesus" karun kadar zengin olmak demek olur. The Simsons’daki Mr. Burns’ü tanırsınız, meşhur zengin ve cimri patron. Kendileri Croesus caddesinde yaşarlar.
Bu karun sultanımız zengin, hem de çok zengin olur da hazinesi olmaz mı? Fars mitolojisinde Karun’a ait olduğu düşünülen, yer altında sürekli hareket halinde olduğu söylenen gizli hazinedir Karun’un hazinesi.
Asfalyaları atmak: İzmir dolaylarında birinin kafası attığında ya da sinirlendiğinde söylediği bir söz. Asfalya yunanca da sigorta demek.
Bango: İzmir’de mutfak tezgahı anlamına gelir. Kökünün nerden geldiğini araştırıyorum, henüz bulabilmiş değilim.
Ellaaam: Babaannemden çok duyduğum Kırşehir’de “galiba” anlamında kullanılan bir sözcük. Örneğin: Bu gece gitti ellaaam
Uğrun Uğrun: Acem kızı türküsünde "Uğrun uğrun gaş altından bakınca, can telef ediyon, gül, acem gızı" bölümü vardır. Uğrun uğrun kaş altından nasıl bakılır? Uğrun “gizlice” demek. Yani acem kızının gözleri kaşın altından gizli gizli bakar.
Karun gibi zengin olmak: Zenginler zengini, para delisi meşhur Lidya kralıdır. (Lidya Anadolu’da İzmir ve Manisa dolaylarında kurulmuş eski bir uygarlıktır. ) Karun’un Yunanca karşılığı da Crousus’tur, bu da o dilde çok zengin anlamına gelir. İngilizce de de “rich as Croesus" or "richer than Croesus" karun kadar zengin olmak demek olur. The Simsons’daki Mr. Burns’ü tanırsınız, meşhur zengin ve cimri patron. Kendileri Croesus caddesinde yaşarlar.
Bu karun sultanımız zengin, hem de çok zengin olur da hazinesi olmaz mı? Fars mitolojisinde Karun’a ait olduğu düşünülen, yer altında sürekli hareket halinde olduğu söylenen gizli hazinedir Karun’un hazinesi.
Asfalyaları atmak: İzmir dolaylarında birinin kafası attığında ya da sinirlendiğinde söylediği bir söz. Asfalya yunanca da sigorta demek.
Bango: İzmir’de mutfak tezgahı anlamına gelir. Kökünün nerden geldiğini araştırıyorum, henüz bulabilmiş değilim.
Ellaaam: Babaannemden çok duyduğum Kırşehir’de “galiba” anlamında kullanılan bir sözcük. Örneğin: Bu gece gitti ellaaam
Wednesday, March 01, 2006
Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali
“Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı. Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı."
Bir gece, bir gündüz, Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna. Yeni dünya ile başlayan Sabahattin Ali yolculuğuma uzun bir ara verdikten sonra bu kitap elime geçti. Elimden bırakamadan her yerde, saatlerce okudum, şimdi bu sabah bitti, hala aklımda dönüp duruyor sözcükler, Hala Raif Almanya sokaklarında, karlı kış günleri, dolaşıp duruyor, kendinden ve Maria Puder’den kaçmaya çalışırken bir o kadar yaklaşıyor, hayatının o bir zamanlar var olan, sönmüş anlamına, Maria Puder’e, ulaşılmaz aşkına. Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna’da, Raif’i anlatırken, yüzündeki çizgileri, yürüyüşü, bakışı, ağlayışı, düşünceleri, duyguları her şeyiyle Raif’i görüyorsunuz. Maria Puder’le yaşamaya başlayan, Maria Puder’le ölen. Maria Puder’den önce ölen.
“İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.”
Bir gece, bir gündüz, Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna. Yeni dünya ile başlayan Sabahattin Ali yolculuğuma uzun bir ara verdikten sonra bu kitap elime geçti. Elimden bırakamadan her yerde, saatlerce okudum, şimdi bu sabah bitti, hala aklımda dönüp duruyor sözcükler, Hala Raif Almanya sokaklarında, karlı kış günleri, dolaşıp duruyor, kendinden ve Maria Puder’den kaçmaya çalışırken bir o kadar yaklaşıyor, hayatının o bir zamanlar var olan, sönmüş anlamına, Maria Puder’e, ulaşılmaz aşkına. Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna’da, Raif’i anlatırken, yüzündeki çizgileri, yürüyüşü, bakışı, ağlayışı, düşünceleri, duyguları her şeyiyle Raif’i görüyorsunuz. Maria Puder’le yaşamaya başlayan, Maria Puder’le ölen. Maria Puder’den önce ölen.
“İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.”
Tuesday, February 28, 2006
Friday, February 24, 2006
Gülüşün ve Unutuşun Kitabı
"Gelecek kimsenin umurunda olmayan, ilgisiz bir boşluktur, geçmiş ise yaşam doludur, kızdırır, başkaldırtır, yaralar, o kadar ki, bu yüzden onu yok etmek ya da yeniden yaratmak isteriz. Geleceğe egemen olmak istenilmesinin nedeni, geçmişi değiştirecek güce sahip olmaktan başka bir şey değildir. Fotoğraf stüdyolarına girerek fotoğrafları rötuş edebilmek ve yaşamöyküleriyle tarihi yeniden yazabilmek içindir tüm kavgalar. "
Milan Kundera
Milan Kundera
Friday, February 17, 2006
Nutella=Zevk Nesnesi

Afiyetler, şekerler, bol nutellalı günler.
Not: Burdan eve her Nutella alışımda bana küfreden ve vücuda alınacak 3-5 gramın-gramcığın hesabını yapan ev arkadaşımı protesto ediyorum.
Tuesday, February 07, 2006
Kalıpların ötesi...
Her insan hayatı kendine göre algılar. Her insanın işine bakışı kendine göre değişir. Tecrübe edilmemiş şeylerle dolu bir hayat yaşamak gerekir, kaderi değiştirmek için. Ezberledikçe kendini tüketmeye başladığını hissettiğin anlar olur. Gözün kapalı yapıyorsun, bir heyecan kalmıyor.
Mısırlı Ahmet
(Şubat, 2005 Roll)
Mısırlı Ahmet
(Şubat, 2005 Roll)
Monday, February 06, 2006
bir göç öyküsü, nazan öncel
-gidelim buraladan
yükleyin ne varsa gönlüme demlensin....
-sen beni öldürüyorsun
ne kadar kaçsam kendimden bi o kadar yakalanırdım...
-aşk olmalı
delidir melidir, ne yapsa yeridir, kalbimdir...
-bir şarkı tut
bir şarkı tut benimdir, yalnızlık yalnızlıktır...
-ağlama gönlüm
bir ben miyim bu kadar az, bu yoksulluktur...
-nazlı ay
ah gücüme gidiyor, yalnızlığım böyle...
-göç
gel odalarıma, gir uykularıma...
-işiniz gücünüz yok mu yani
zaaflarınız, kayıplarınız...
-çocuk kalbim
gençliğim de orda saklı, ah ne var ki inanmıyor...
-vesaire
vesaire, vesaire.
yükleyin ne varsa gönlüme demlensin....
-sen beni öldürüyorsun
ne kadar kaçsam kendimden bi o kadar yakalanırdım...
-aşk olmalı
delidir melidir, ne yapsa yeridir, kalbimdir...
-bir şarkı tut
bir şarkı tut benimdir, yalnızlık yalnızlıktır...
-ağlama gönlüm
bir ben miyim bu kadar az, bu yoksulluktur...
-nazlı ay
ah gücüme gidiyor, yalnızlığım böyle...
-göç
gel odalarıma, gir uykularıma...
-işiniz gücünüz yok mu yani
zaaflarınız, kayıplarınız...
-çocuk kalbim
gençliğim de orda saklı, ah ne var ki inanmıyor...
-vesaire
vesaire, vesaire.
Ne dinliyorum
Nick Drake-Five Leaves Left: Sonbahar geçeli çok oldu, ama bir sonraki sonbahar için Nick Drake albumunünde yerimi ayırttım şimdiden. Nick Drake'in sesi rüzgarla geliyor bana doğru, saçlarımın arasından geçip kulaklarıma yavaştan fısıldıyor. Mutlu mu oluyorum, üzülüyor muyum, kestirmek güç. Bir garip bilinmezlik, işte hepsi birden Nick Drake.
Garden State-Soundtrack: Eternal Sunshine of the Spotless Mind'dan sonra işte beni benden alan bir film daha. Ve hepsinden öte film müzikleri, ince ince işlenmiş film boyunca, dinledikçe filmdeki tüm duyguları yeniden yaşıyorsunuz. Zach Braff'a ne demeli, nasıl teşekkür etmeli? En güzeli uzanıp yatağa, boş boş tavana dikip gözleri, başka bir şeyle meşgül olmadan albümü dinlemek saatlerce.
Elizabeth Town-Soundtrack: Uzun bir yolculukta yanınıza bir albüm almak isterseniz en güzel yol şarkıları, Elizabeth Town soundtrack'inde. Bir eve dönüş öyküsü.
Cafe Del Mar: Cafe Del Mar Chill out parçalarından oluşan albümler serisi. Chill out rahatlama gevşeme anlamında, müzikler de bu amaca kusursuzca hizmet ediyor. Günbatımı eşliğinde yorgun zihinleri dinlendirme amaçlı, Cafe Del Mar serisi tavsiye edilir.
Neutral Milk Hotel-In the Aeroplane Over the Sea: Yorumsuz.
Garden State-Soundtrack: Eternal Sunshine of the Spotless Mind'dan sonra işte beni benden alan bir film daha. Ve hepsinden öte film müzikleri, ince ince işlenmiş film boyunca, dinledikçe filmdeki tüm duyguları yeniden yaşıyorsunuz. Zach Braff'a ne demeli, nasıl teşekkür etmeli? En güzeli uzanıp yatağa, boş boş tavana dikip gözleri, başka bir şeyle meşgül olmadan albümü dinlemek saatlerce.
Elizabeth Town-Soundtrack: Uzun bir yolculukta yanınıza bir albüm almak isterseniz en güzel yol şarkıları, Elizabeth Town soundtrack'inde. Bir eve dönüş öyküsü.
Cafe Del Mar: Cafe Del Mar Chill out parçalarından oluşan albümler serisi. Chill out rahatlama gevşeme anlamında, müzikler de bu amaca kusursuzca hizmet ediyor. Günbatımı eşliğinde yorgun zihinleri dinlendirme amaçlı, Cafe Del Mar serisi tavsiye edilir.
Neutral Milk Hotel-In the Aeroplane Over the Sea: Yorumsuz.
Thursday, February 02, 2006
Ayartma, Nadine Gordimer
"Çekip gidelim bir başka ülkeye...
Gerisi kolay
Yeter ki evet de."
William Plomer
"Ayartma" Nadine Gordimer'in okuduğum ilk kitabı, 1991 nobel ödüllü. Genelde hakkında çok şey okuduktan sonra aldığım kitapların aksine, kitabı rafta görüp kapağından etkilenip elime almış olmalıyım. Bir zenci erkekle beyaz bir kadının birbirlerine sarılmış halleri, şehvetli ve gizemli. Kitabın adına ve kapağına bakıp etkilenmişim, iyi ki de almışım, kaffee haus'ta 6 saat bir yandan kahvemi yudumlayıp, bir yandan cheese cake dilimlerini ağzımda eritirken büyük bir keyifle okudum, kopamadım. Bir ara kafee haus un gri kedisi yanıma geldi, esnedi, kafamı her kaldırdığımda karsımda hep baskaları oturuyordu. İstiklal'de Tünel taraflarında başka başka insanlar yürüyorlardı, kimi aylaklık yapiyor kimi hızlı hızlı bir yerlere yetişmeye çalışıyordu.
Ayartma'nın orjinal adı p"ick up." Kitabın arka kapağında pickup "gelip geçici bir ilişki adına tavlanan kişi" anlamına geliyormuş İngilizce'de, Türkçe'de ise tam karşılığı bulunmuyor. "Manita, aftos, zamazingo gibi anlama oldukça yaklaşan sözcükler varsa da, bunların hepsi kadın için kullanılan tanımlar. Oysa kitaptaki The pickup, bir erkek. Bu nedenle romanın özüne uygun geleceğini düşünerek Ayartma adını yeğledik" diyor kitabın arka kapağında. Kitap elbette basit bir ayartma ayartılma hadisesi değil. Aslında gitmek, kalmak, bağlanmak, sahiplenmek, ait olmak, bilememek kitabı anlatan eylemlerden bir kaçı. Kitap temel olarak Güney Afrikalı beyaz, zengin, zenginliğindfen ve bir türli ait olamdaığı zengin ve soylu ailesinden utanan, 30lu yaşlarda bir kadının doğuda adı hiç açıklanmayan, çöl kenarında müslüman bir ülkeden gelen zenci bir erkeği ayartma ekseninde geçiyor, aslında kim kimi ayartıyor çok belli değil. Tüm bunların geri planında farklı ırklar, aile bağları, aidiyet, dinler diller ve kültürler sınıflar ve çelişkiler, çekişmeler bulunuyor. Bu karmaşık düzlemde aşk da en karmaşık haliyle yer alıyor elbette.
Özetle, "ayartma" ısrarla tavsiye edilir.
Gerisi kolay
Yeter ki evet de."
William Plomer
"Ayartma" Nadine Gordimer'in okuduğum ilk kitabı, 1991 nobel ödüllü. Genelde hakkında çok şey okuduktan sonra aldığım kitapların aksine, kitabı rafta görüp kapağından etkilenip elime almış olmalıyım. Bir zenci erkekle beyaz bir kadının birbirlerine sarılmış halleri, şehvetli ve gizemli. Kitabın adına ve kapağına bakıp etkilenmişim, iyi ki de almışım, kaffee haus'ta 6 saat bir yandan kahvemi yudumlayıp, bir yandan cheese cake dilimlerini ağzımda eritirken büyük bir keyifle okudum, kopamadım. Bir ara kafee haus un gri kedisi yanıma geldi, esnedi, kafamı her kaldırdığımda karsımda hep baskaları oturuyordu. İstiklal'de Tünel taraflarında başka başka insanlar yürüyorlardı, kimi aylaklık yapiyor kimi hızlı hızlı bir yerlere yetişmeye çalışıyordu.
Ayartma'nın orjinal adı p"ick up." Kitabın arka kapağında pickup "gelip geçici bir ilişki adına tavlanan kişi" anlamına geliyormuş İngilizce'de, Türkçe'de ise tam karşılığı bulunmuyor. "Manita, aftos, zamazingo gibi anlama oldukça yaklaşan sözcükler varsa da, bunların hepsi kadın için kullanılan tanımlar. Oysa kitaptaki The pickup, bir erkek. Bu nedenle romanın özüne uygun geleceğini düşünerek Ayartma adını yeğledik" diyor kitabın arka kapağında. Kitap elbette basit bir ayartma ayartılma hadisesi değil. Aslında gitmek, kalmak, bağlanmak, sahiplenmek, ait olmak, bilememek kitabı anlatan eylemlerden bir kaçı. Kitap temel olarak Güney Afrikalı beyaz, zengin, zenginliğindfen ve bir türli ait olamdaığı zengin ve soylu ailesinden utanan, 30lu yaşlarda bir kadının doğuda adı hiç açıklanmayan, çöl kenarında müslüman bir ülkeden gelen zenci bir erkeği ayartma ekseninde geçiyor, aslında kim kimi ayartıyor çok belli değil. Tüm bunların geri planında farklı ırklar, aile bağları, aidiyet, dinler diller ve kültürler sınıflar ve çelişkiler, çekişmeler bulunuyor. Bu karmaşık düzlemde aşk da en karmaşık haliyle yer alıyor elbette.
Özetle, "ayartma" ısrarla tavsiye edilir.
Thursday, January 05, 2006
Eva Cassidy

Eva Cassidy gelmiş geçmiş en iyi kadın vokallerden biri. Büyüleyici bir ses kulak zarınızı titreştiriyor önce, oluşan sinyal beyni boşverip yüreğinize yöneliyor, kalbinizle duyuyorsunuz sesi, tam anlamıyla "spiritual".
Tuesday, January 03, 2006
Mümkün
İnsanlar, mümkün olanın olacağını veya farklı olanın olabileceğini derinden derine bilirler. Yalnızca tok ve belki de endişesiz değil, ama özgür insanlar olarak da yaşayabilirlerdi. İnsanların gözleri önündeki ulaşılabilir imkan, gerçekleşme imkanına sahip olarak görünen her şey, kendisini onlara radikal olarak imkansızmış gibi sunmaktadır. Bunlar ütopik düşünceler olarak algılanır. Oysa olması gerekenin tam da bu olduğunu hissederler, ama dünyanın üzerine saçılmış bir laneten ötürü insanların olması gereeken şeye ulaşmaları yasaklanmıştı.
Theodor W. Adorno
(Ocak 2006, Roll, Arka sayfa'dan alıntıdır. )
Theodor W. Adorno
(Ocak 2006, Roll, Arka sayfa'dan alıntıdır. )
Subscribe to:
Posts (Atom)